18 Ağustos 2011 Perşembe

Altın Saçlarına Dair


aylardan mayıs
ve günlerden bir öksüz çarşamba
ince belli bardağımda yokluğun narası
sarhoşluğun felaketindeyim
kenarı kırık tabağımda altın saçların....
 
bir çocuk ağlıyor içimde durmaksızın
ellerimi ay tanrıçası yüzünde dolaştırıyorum
yüreğimde bir koca sızın
bir o yana, bir bu yana
ve ellerim mühür dudaklarına demir atıyor ansızın...
dur ve dinle nasıl sevdiğimi!!!!!
benim sevdam;
mısır firavununun tapılma arzusu,
fatihin istanbula bakışı
yusuf’un züleyha’yı bir çift gözle yakışı
spartaküs’ün damarında özgürlük akışı
ve isa’nın çarmıhtaki sebatlı haykırışıydı...
şimdi yokluğuna bir kadeh daha daldırıyorum
altın saçlarına dolanıyor titrek ellerim,
hayaller kuruyorum istanbul’un herhangi bir yerinde
feza eminönü’nde bir balıkçının sesi oluyorum,
ve bir vapur düdüğünden hüznümü boşaltıyorum
sonra mı, sonrası yok
öylece çepal kalıyorum orhan veli’nin kaleminde...
 
kara bir tren oluyorum Haydarpaşa garında
hep aynı raylar üzerinden bıkıp usanmadan seni arıyorum...
 
ve yokluğundan bir yudum daha
geri dönülmez virajlar atlatıyorum, ölüme ramak kala...
 
ardından dudaklarını sürüyorum bir lavaş ekmeğe
içine de buselerini serpiştiriyorum
bir sürahi dolusu altın saçların doyuruyor sadece
bu kasvetli geceyi...
 
hayaller kuruyorum
ve hemen ardından hayallerimin hiçbiri suya düşmesin diye,
okyanusları içer kuruturum yokluğunun susuzluğuyla....
 
 
böyleydi benim sevdam
bazen demirci kawa’nın cesareti
bazen kübalı bir devrimci
ve bazen de yedi cücelere pamuk kalpli bir prenses...
ve durmamalıydı benim sevdam içimde,
bazen Şili de tsunami
bazen pasifikte med cezir
ve bazen de endonezya da şiddetli bir zelzeleydi...
 
 
işte böyle sarı saçlım,ceylan bakışlım
sen hıçkırıklara bürünmüş bir bebeğe meme,
nijerya’ya bir sepet ekmek
eyfel kulesi’nin altında yıllanmış bir şarap
hollanda’da lale bahçesi
ısparta’da gül kokusu
ve yüreğimde yazdıkça çoğalan sevdamsın..
 
bana İstanbulu anımsatıyorsun küçüğüm,
içinde bir buket dolusu benzetmeler olan
 
saat varlığına beş var
dayanılmaz bir heyecan
şu cesede sıcacık bir can,
ve kurumuş damarda bir usul kansın,
ve saat varlığın....
ince belli bardağım öpülmekten yorgun
altın saçların yüzüme doğdu, güneşi utandırarak
sonu mutlu bitecek 2 perdelik bir melodramsın
corneille düşüncesinde...
 
üstüme bir varil seni seviyorum sözü döküp
yakıyorum kendimi.
ya gel ıslak bir battaniye ol söndür beni
ya da kapat gözlerini dal tatlı uykuna öldür beni...



Zülküf ATAKLI
Sınır Dergisi / Sayı 3 / Mayıs - Haziran 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder