18 Ağustos 2011 Perşembe

Min Jî Bihîst


miraz bezar’ın yazıp yönettiği 2009 yapımı min dît, geçtiğimiz ay türkiye’nin pek az sayıda sinemasında gösterime girdi. 90’ların başındaki kaotik günlerini anlatan film bir dram olmasının yanı sıra drama dönüştürülmüş gerçek yaşamların çarpıtılmadan anlatılması aslında.

kürtçe mi? neden olmasın?
az evvel de bahsettiğimiz üzere min dît, çok az sayıda ilde gösterime girdi. biz de bu filmi, başkası var mıydı hatırlayamadım; ama sanırım yoktu, türkiye’de orijinal haliyle, bütünüyle kürtçe olan bu “ilk film”i izlemek için bir hayli mesafe kat etmek zorunda kaldık. türkiye’de ve dahi türkiye dışında yaşayan milyonlarca insanın kendi ana dillerinde izleyecekleri ilk film!  çok yakın bir arkadaşımla amfisinde yer bulmaya çalıştığımız sinemanın perdesindekilerin benim dilimi konuştuğunu fark etmem anlatılmayacak kadar güzel duygular, farklı duygular yaşattı bana. “fark etmek” diyorum, çünkü yıllardır dışlanan ve hâlen ülkenin belli yörelerinde şiddetli biçimde dışlanmakta olan öz dilimin bu sinema filminde karşıma çıkacağını bilmeme rağmen buna bir türlü inanamıyordum. Yıllarca yolu gözlenen bir sevgilinin gelişini müjdeleyenlere inanamamak, bu heyecanlı karşılaşmaya tüm beklentilere karşın hazır olamamak gibi bir şey hani… Yabancısı olduğumuz memleketlerin sokaklarında, verilecek tepkileri bildiğimiz için ancak evimizde konuşabildiğimiz kürtçe’nin de bir sinemasının ayak seslerini duymak ne güzel şey… hele de filmdeki gülistan ile fırat’ın annelerinin sesinden kasete alınmış çiroku dinlerken kendi çocukluğumuzdaki televizyonsuz gecelere, babaannemin masallarına gitmelerim ve yaşaran gözlerim…

kadı kızında da olur…
film eleştirisinde özet vermeyi pek doğru bulmadığım için mın dit’in gerçek hayatla örtüşmekte olan kurgusuna değineceğim. jitem’in cinayetleri, ebeveynsiz kalan çocuklar, açlık ve sefalet… Bunların hepsi gerçekte yaşanmış şeyler. fakat filmde anne ile babanın katledilmesi üzerine çocukların tamamen ortada kalmaları bağları çok güçlü olan kalabalık kürt aileleri ile örtüşmemekte açıkçası. teyze yekbun dışında –ki o da firar hâlinde olduğundan bir süre sonra görünmez olur- çocuklarla ilgilenen bir tek akrabanın olmayışı gerçekle örtüşmemekte. fakat bu da filmin nazar boncuğu olsun demek yerinde bir ifade olacaktır.

istanbul çocukları…
anne ve babanın öldürülmesinin ardından küçük kardeşleri dilovan’ın da ölümüyle sokakta yaşamaya başlayan iki küçük çocuğun akıbeti istanbul’a doğru çıkılan bir yolculuktur. böylece diyarbakır sokaklarında kâğıt mendil ve/veya çiklet satan hâmisiz “diyarbakır çocukları”nın aynı işi yahut daha farklı işleri yapmak üzere İstanbul’a götürüldüklerine de yer vermiş bezar. bu gayet de yerinde olmuş. bugün istanbul’daki pek çok sahipsiz gencin dün güneydoğu’da aileleri katledilen çocuklar oluşu tesadüfî olmadığı gibi onlara yönelik rehabilitasyon çalışmalarında da göz önünde tutulması gereken bilgilerdir.

kürt sorunu, üç maymun ve keşke bezar…
yalan yok, bugüne kadar ben dâhil pek çoğumuz kürt meselesinde üç maymunu oynadık. fakat şartların düzelmeye başlamasıyla miraz bezar gibi biri çıkıp gözlerini kapayan maymuna “mın dit” dedirtti. İzleyici olarak biz de bu ilk Kürtçe filmin ana dilimizle ortaya koyduğu feryada hatta çığlığa “mın ji Bıhist” diyoruz. Ve şimdi de “Ez jı Zanıme” diyecek zeytin dallarını, barış güvercinlerini kısacası “güzel insanlar”ı bekliyoruz.

film gayet güzel kurgulanmış ve bu kurgu hiçbir aksama olmadan, oyuncuların gayet yüksek olan performanslarıyla desteklenerek yarınlara bir belge olarak bırakılacak bir niteliğe erişmiş. Emeği geçen herkesin ve bu toplumsal duyarlılığı gösteren bezar’ın yüreğine sağlık olsun. hani diyorum, bezar, derviş-i evdi’yi de çekse. zira toplum olarak ilerde sinema diliyle anlatılacak çok tecrübe yaşadık, bunlar bize daha eski geçmişimizi unutturmasa…

Abdullah KOÇAL
Sınır Dergisi / Sayı 3 / Mayıs - Haziran 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder