“Aksa intifadası sembolü, şehit
Muhammed Cemal Ed-Dur re’ye
ve acı çeken halklara ithaf olunur”
Lacivert bir gökyüzünün avlusunda
Voltasını atarken,
acı, ateş, kan
Haksızlıklar
Baskılar
Gece yarısına bırakılan baskınlar
Elleriyle yüzünü kanatır şafağın eteğinde çocuklar
Zulmün ağlatan yüzü,
Çamurdan hapis
Kursağında gezinir
Uykusuz annelerin
Sessizliğin rahminde ateş yakar cenin
Yuvalanır
ve kan
ve pıhtı
Bir gülüşün gölgesinden dökülür yaralı insanlar
Ve Halepçe
Ve Filistin
Ve aslan yeleli mazlumlar
Ve dahi Ortadoğu
Ve dahi öz vatanında mülteci sayılanlar
Kanlı gözyaşlarıyla geçerler, bir kuşun kırık kanadında
Omuzlarında zorbaların düşü
Ve haksızlığın kanlı kılıcı
Ölüm akar Aksa, cemal gülüşlerinden
Yorgundur,
Kandır,
Revandır ter
Geçmiş zamanın coğrafyasından
Tenime yasaklı bir ateş düşer
Muhacir bir kavim ölür yüreğimde
Bedrettin aslanlarının kalbinde uyanır matem
Kavgada yanar kül olur teker teker yenilenler
Adı özgürlük olan bir yaradan
Kederli cesetler düşer ellerime
Bir yanım çığlık olur
Bir yanım sekiz kurşun yarası
Ve işgal başlamıştır artık
Ak gömleklerde kan, toprakta kan
Bebekler bir kurşundan daha ucuz
Ölmek mi kolay
Yaşamak mı daha zor. Bilinmez
Ah hürriyet senin o aziz gözlerinde.
Binlerce taşsız mezar, isimler meçhul
Toprak damlarda unutulmuş hayaller,
Üstelik kahır
Boşaltılmış köyler, sancılı sesler
İner ağlayan kalbime öfkem
Düşlerim yeniden gece olur
Yeniden zemheri bir ayaz
Kinimde sekiz silahlı eşkıya gözü
Ve umut, kalan en son sürgünüm
Ve bağıran tılsımlı çatlak dudaklarım
Lanetlenmiş yüreklere veda edercesine
Susar tüm vebalı kentler
Özlemiyle ve hoyratça
Yasaklı bir coğrafyanın kavgasında
Vurulmadan gece
Düşmeden ay
Kurumadan güneş
Ayağa kalkarak yazdığım fermanı
Güneşin bağrına çıplak ayaklarla basarak
Okuyacak elbet bir gün, yüz binlerin sesi
Açılmadan dikişsiz mezarlar, ölen dostlarımız için.
İnsafsız bir hançer derinliği, soluk bir namlu
Kanatır sesimi, soluğum ölümün kapısına çarpar
Ve çürür tenleri kalbimde uçuşan özgür martıların
Hangi yaşam benim bu tutsak ceketimi giyer
Kara eldivenlerimle girsem kendi koynuma
Ve yakalansam içimde alevlenen düşlerimle
Utanmaz
Arlanmaz
Ve bu ters(iz) insanlar
Beni kendi kapımın hırsızı sayarlar
Oysa
Bu coğrafya benimdi
Bu kent
Bu sokak
Bu oda
Ve dört pencerem
Ve gönül gözüm
Ve kalp gözüm
Ve iki gözüm
Ah alnımın simgesi, kanımın heyecanı,
Vatanım
Kirpiklerim kadar gözlerime yakınım
Yasaklım
Ekim düşüm
Toprağın mayınlıdır bilirim
Paramparça olmak adına severim seni
Demir parmaklıklar ardında,
Ölüme karşı biz yaşayanlar
Tüm hayallerimizi kırmızı bir hançer gibi
Saklarız kömür ateşi dudaklarında
Hırçındır
Arzu doludur
Sana dair isteklerimiz
Kutlu toprağına akıttığımız kanlarımız
Gel nazlı bir sevgili gibi, ey eşsiz hürriyet
Üzüm tadında boy versin çocuklarımız
Ah bu yetim kimliğimiz
Kimsesizliğin dağınık saçları gibi
Kölesi olmuştur tarihin
Bir ben
Bir ışıklı gece
Ve sürtük bir iklim
Kapısında kalmışız karanlık bir mağaranın
Üzerimde ısırgan bir sevda
Sol yanı cennet
Açılmamış gonca gülü koklamaktan gelir ellerim
Üzüme
İncire
nara
ateşe
ve kana
Yemin olsun
Dimdik ayakta duran kardeşçe bir gök kurulacak
Ve geçecek bu yamyam diş ağrıları
Ve ben o günü özlerim,
Demir parmaklıklar ardından.
Orhan DEMİRTAŞ
Sınır Dergisi Sayı 4 / Temmuz Ağustos 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder