21 Eylül 2011 Çarşamba

Temmuz 1943 ve 33 Kurşun

"Tarih; geçmişte yapılmış, şu anda elimizde olan ve fakat istikbâli gösteren bir dürbündür. Geçmişin yıkıntıları, bugünün uyarılarıdır. / George Bancroft  
                                                                                                                                                                

Tarih; araştırdığımızda ve öğrendiğimizde irkildiğimiz ve irkileceğimiz hadiselerle dolu. Kendince çığırından çıktığına inandığı bir toplumu yine kendince askeri ve merkezi çözümlerle hizaya getirme pratiğinde yaşanan kıyımlar!

60 kusur yıl önce Özalp’ta meydana gelen hadise tam da irkildiğimiz ve irkileceğimiz bir kıyım hadisesidir. Böylesi hadiseleri kaleme alırken hadisenin ajitatif tarafında durmak değildir niyetim. Ölüler üzerinden edebiyat yapma sevdalısı olduğumuz sanılmasın ama bellek bu, mazideki felaketleri hatırlatan unsurlar, felaketin meydana geldiği yerde var kılınınca (2004’te Özalp’taki kışlaya generalin ismi verildi) kanaması başlıyor yeniden yaralarımızın. Mâdem, istikbâli gösteren bir dürbündür tarih, o zaman bugünün uyarıları niyetine geçmişin yıkıntılarına bir bakalım:

33 Kurşun Olayı, 28 Temmuz 1943'te, 33 Kürt köylüsünün sınır kaçakçısı oldukları gerekçesi ile tutuklandıktan sonra, Van-Özalp'ta 356 No'lu sınır taşında, Kutur deresi Çilli gediği mevkiinde (Seyfo Geçidi'nde) yargı kararı olmaksızın öldürülmeleriyle başlayan bir öykünün adıdır. Öykü halk arasında 'Gelîyé Seyfo' olarak adlandırılıyor.*

Otuz Üç Kurşuna Giden Yol:
Paşa'nın profili
Birinci Dünya Savaşı'nda her cephede harp etmiş, işgal yıllarında Ankara'ya 'Yavuz Grubu' adı altında istihbarat ve cephane akıtan gruba komuta etmiş, Menemen ayaklanması sonrasında kurulan İstiklal Mahkemesi'ne başkan arandığında ilk akla gelmiş kişidir orgeneral Mustafa Muğlalı.
Menemen Olayları'nda adını duyuran Mustafa Muğlalı isimli general, bu Anadolu ilçesinde meydana ge(tiri)len olaydan sonra, Ege bölgesinde ne kadar dindar varsa hepsini temizlediği yönünde tarihi belirtiler mevcuttur. Muğlalı'nın “gıdasını zulmün, işkencenin, kahrın öz suyundan almış biri olarak", kişiliği ve yapısı tarif ediliyor. Muğlalı'nın bütün hayatı boyunca kendisine verilen görevleri; kanun, nizam, hak, adalet, vicdan dinlemeksizin yerine getirdiği, birçok adam öldürme olaylarına karışmış birisi olduğu belirtilmektedir.**

Mustafa Muğlalı, 1943 Şubat ayında askeri şura toplantısı için İstanbul'dan Anakara'ya çağrılır ve dönemin genelkurmay başkanı olan Fevzi Çakmak ile beraber İnönü'nü ile görüştürülür. Saatler süren bu gizli görüşmeden sonra, Erzurum'a 3. Ordu Sorumlusu olarak gönderilecek olan Mustafa Muğlalı'ya, bölgede faal olan Kürt özgürlük hareketinin tehlikelerinden(!) bahsedilmiş olunduğu ve her ne olursa olsun Kürtlerin bu çalışmalara ilgi ve bağlılık göstermelerini engelleyici psikolojik-siyasi çalışmalarda bulunma talimatının verildiği düşünülmektedir.***

Katliamın Meydana Gelişi:
Resmi belgeleri de içeren çok sayıda kaynakta sayıları 32 olarak kaydedilen köylülerin katliyle sonuçlanan olay, sınırın İran tarafındaki aşiretlerin Türkiye tarafına geçerek hayvan çaldıkları, çapulculuk yaptıkları haberleri üzerine gelişir. Sınır ötesi operasyonun zorluğu dikkate alınarak İran tarafıyla "gayriresmi" güçlerle mücadele edilmesi fikri gündeme gelir. Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel'in zaten hazır ettiği bir çete işleri geliştirir. İran'daki aşiretlerden bu çete marifetiyle iki bin koyunluk bir sürünün çalınması üzerine gerginlik büyür. Kaymakam Tuncel'in sürüyü iade etmemesi üzerine Mihemedé Misto adındaki aşiret reisi, adamlarıyla birlikte sınırı 1,5 kilometre kadar geçerek Özalp halkına ait 500 koyuna el koyar. Telaşa kapılan kaymakam ve çevresindeki çete, Ankara'ya "Rus askerlerinin Özalp'e kadar geldiğini" söyleyince Genelkurmay olaya el koyar. Mahkeme suçlanan köylüleri bırakır, ancak Özalp'e gönderilen 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Mustafa Muğlalı’ya, Özalp’taki kaymakam ve yerel komutanlar bir isyan ve işgal tablosu çizerler. Vatanın elden gitmesine hâkim dahil sivillerin sessiz kaldığını, ortada gizliden gizliye yürütülen planlı bir ihanetin var olduğunu anlatırlar paşaya. Ve "Bunları yargılamaya lüzum yok, infaz etmemiz gerek. Silahtan başka dilden anlamaz bunlar. Gevşek davranırsak hududun öbür tarafında tetikte bekleyenleri yüreklendiririz" derler.
Paşa onları dinledikten sonra mahkemenin serbest bıraktığı 35 kişinin tekrar gözaltına alınması emrini verir. Biri kadın, biri 11 yaşında çocuk, ikisi askerden izinli gelmiş 33 kişi bulunur. Asker izinli olanlardan 2’si bölgeyi terketmişlerdir.
İçişleri Bakanlığı'nın müfettişi Avni Doğan, tutuklularla görüşüp onların suçsuzluğunu anlar ama Muğlalı, yerel yönetici kaymakam ve subaylardan gelen, "Bunlar bizim ordunu nasıl ve nerede konuşlandığını Ruslara bildirerek casusluk da yapıyorlar" bilgisinin doğruluğuna kanidir.
Onun için İçişleri Bakanlığı müfettişinin kulağını büker: "Karışma, yoksa seni kırbaçlatırım." Ardından da Özalp'ten ayrılır Paşa. Ama geride, "Bu kişileri hududa götürülerek kendilerinden bilgi alınmasını, İran hududunun çapulcuların kimseye görünmeden geçilmesine elverişli noktalarının öğrenilmesini faydalı buluyorum. Bu adamların her an kaçmalarının mümkün olduğu göz önüne alındığında askerlerin uyanık bulunması ve gerektiğinde silah kullanılması şarttır" mealinde bir resmi yazı bırakarak. Mustafa Muğlalı paşanın bu yazının bir tür ölüm emri olduğunun farkına varmadığı söylenemez. Nitekim daha sonra yapılan yargılama sırasında askeri mahkeme de böyle algılar emri. Ve orgeneral muhtemel ki elini kana bulamayı istemediği için apar topar terk eder Özalp'i. Yerel yöneticilerin, "Paşam siz sıkıntıya girmeyin biz hallederiz" dedikleri düşünülebilir.

Başbakanlığın 21 Mayıs 1951 tarih ve 5/10-1912- 6/1637 sayılı tezkeresine ekli rapordan okuyalım:
"1943 senesi Temmuz'unda Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı, Özalp ilçesine gelmiş ve Askeri mahfelde Van Valisi Hamit Onat, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Sulh Yargıcı Baki Tekin, Tabur Komutanı Şükrü Tüter ile beraber bulunurken, Van Valisi ile Özalp Yargıcı, Özalplı bazı vatandaşların hududun öbür tarafındaki şahıslarla münasebette bulunarak emniyet ve asayişi ihlal etmekte olduklarından şikâyet etmişlerdir. Bu şikâyet üzerine Ordu Müfettişi, Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e, bu adamları sana teslim ettireceğim, icabına bakar temizlersin, diye emir vermiş ve bu emir üzerine hazırlanan listeye isimleri ithal olunan 32 vatandaş Vali Hamit Onat'ın emriyle Özalp Kaymakamı tarafından Polis Vazife ve Salahiyat Kanununun mülga 18. maddesi ne dayanılarak yakalattırılmış ve polis nezaretinde Hudut Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e teslim ettirilmiştir. Bundan sonra, bu şahıslar Yedek Subay Nejdet Bilgez ve Bilal Bali komutalarındaki iki müfrezeye tefrik olunmuş (ayrılmış) ve Kukur deresinde elleri kolları bağlandıktan sonra üzerlerine makineli tüfekle ateş edilmek suretiyle öldürülmüşlerdir."
Devletin “Muğlalı Psikozu”
Olayın üçüncü aşaması 1980’li yılların ikinci yarısında başladı. Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da PKK ile çatışmalar başlayınca 12 Eylül darbecisi 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, MİT Müsteşarı Korkut Eken’den bahsederken “Senelerce Muğlalı psikozu herkesin üstüne yapıştı kaldı. Kimse bir şey yapmadı. Ben de Muğlalı olmayayım, diye” demişti. (Aktaran Murat Belge, “Muğlalı, Manisalı, Erzurumlu vb.” Radikal, 17 Mart 2002)
İade-i İtibar Süreci Başlıyor
1988’de alınan özel bir kararla Mustafa Muğlalı’nın Edirnekapı Şehitliği’ndeki naaşı, Devlet töreniyle Ankara’daki Devlet Kabristanı’na nakledildi. 1997’de Muğlalı’ya itibarı resmen iade edildi. 1998’de Muğlalı’nın büstü, Harp Akademileri’ndeki “Kahramanlar Geçidi”nde Atatürk, Fevzi Çakmak ve diğer komutanların arasına yerleştirildi.
Yönetici kademelerin yüreklerinin tam olarak soğumadığı, gazeteci Güneri Civaoğlu’nun Süleyman Demirel’le olan bir anısında ortaya çıktı. Şöyle yazıyordu Civaoğlu: “… [Demirel] Koltuğunun önündeki alçak çay masasında ve yerlerde 10’larca dosyayı gösterdi. İçlerinden rastgele birini seçerek, ‘Bütün teröristler burada’ dedi. Terör örgütünün adı ve o örgütün hücre evinin adresi sayfanın başına iri harflerle yazılmıştı. Altında hücre evinin bulunduğu apartmanın fotoğrafı vardı. Hangi katta ve hangi daire olduğu pencere camına “x” işaretiyle gösterilmişti. Resmin yanında hücre evinin açık adresi de bunlarda yer alıyordu. Ve hücre liderinin fotoğrafı ile hücre militanlarının fotoğrafları yapıştırılmıştı. İsimleri ve kullandıkları “kod” adları da yazılıydı. Başka dosyalara baktık… Yüzlerce sayfa dolusu isim ve fotoğraf. Demirel dosyaları itti ve anlattı: ‘Bunu yaptırmam çok zor oldu. Bizden önceki iktidar zamanında devletin istihbaratı durmuş ya da devre dışı bırakılmış, istihbarat yoktu. Kırgındılar, güvensizdiler. Onları Devlet’e yeniden kazandırdım. O haftalarda terör her gün 20-30 can alıyordu.’ ‘O halde madem hepsi biliniyor neden toplanmıyorlar’ diye sordum. Demirel’in bamteline basmıştım. ‘Aldırtamıyorum kardeşim!’ Diye öfkeli bir sesle çıkıştı. Bir gecede toplayın diyorum, yasal yetkimiz yok diyorlar. Demirel burada bir süre soluklandı ve ‘Muğlalı Paşa olmak istemiyorlarmış’ diye cevap verdi…” (Güneri Civaoğlu, “Çok Gizli”, Milliyet, 13 Eylül 2005.)

Şarktaki şekâveti demir adamla(!) önleme zihniyetinin geride bıraktığı büyük bir yıkıntıdır 33 Kurşun!

"Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki..."  Ahmet ARİF


Lütfi DEMİR
Sınır Dergisi Sayı 4 / Temmuz Ağustos 2010


Kaynak:
1) İsmail Beşikçi, Orgeneral Muğlalı Olayı, Otuz Üç Kurşun, Belge Yay, Şubat 1991, I.Baskı, İstanbul
*Age, TBMM Tahkikat Komisyonu 30 Nisan 1958 ve TBMM Tutanakları
**Age, Orgeneral Kenan Esengin'in Muğlalıyı savunan 28.11.1978 tarihli Milliyet Gazetesi'ndeki yazısı
***“Hafızamız Kuru Hayal Deresi’nde Boğuldu”, AKTÜEL, Ferruh Yazıcı, Ağustos, Eylül 2003, s: 632, s: 36-40.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder