Başrolünü Nesrin Cavadzade’nin oynadığı Dilber’in Sekiz Günü, klişeleşen, klişeden öte yalama olmuş aşk-töre çatışmasını anlatmaya çalışan bir çalışma. Kürt coğrafyasında pek çok trajedinin sebebi olan bu problem bilmem kaçıncı kez olarak, bu defa da Cemal Şan’ın bakışıyla –Sekiz Gün Üçlemesi’nin son çalışması olarak- beyazperdeye aktarılmış. Yapıtın olay örgüsünde herhangi bir abartma yok, pek çoğumuzun tanıdığı insanların da başından geçmiş bu coğrafyanın insanı için sıradanlaşmış şeyler: Babalarının daha askerdeyken sözleşmeleri sebebiyle birbirileriyle evlenmek zorunda kalan, töreyi/atayı aşamayan, boyun eğen gençler… Babasının verdiği sözün bozulmaması için sevdiği kızla değil de bir başkasıyla evlenen, bundan ötürü mutsuz olan, çekmekte olduğu azaba dayanamayıp evlenmiş olan Dilber’in kapısına gelip dayanan Ali; orakla önce kendi babasına sonra da Ali’nin babasına hesap soran, isyan eden Dilber…
2008 yapımı filmin oyuncu kadrosu da bir hayli zengin: Fırat Tanış (Yabancı değil canım, “Geniş Aile’nin ‘Koyu Bilal’i), Ahmet Saraçoğlu? (Yaprak Dökümü’nün Tahsin’i), Mustafa Üstündağ (Kurtlar Vadisi’nin Muro’su)… Ve vazgeçilmez olarak Kürt halkı. İzleyicisine, Kürt coğrafyasında töre cinayetlerine engel olmak için devlet desteğiyle çekilen Havar filmini hatırlatacak sahnelerin çalışmada yer almasına zemin hazırlayan amatör oyuncular, oyuncudan da öte, çalışmada rol alan köy halkı. Zira filmin çeşitli sahnelerinde (Mehmet’in Dilber’i istemeye gelişi, Dilber’in Haydar’dan hesap soruşu…) filmin çekildiği yöre insanına çokça yer verilmiş. Öyle ki Dilber’in ailesi olarak kamera karşısına geçen köylülerin farklı ailelere mensup olduğu gün gibi belli olmakta. Yönetmenlerimiz bu şekil imece usulüyle film çekmeye ne zaman son verecek, ben de merak ediyorum! Bunun dışındaki oyunculuklar tamamıyla harika!
Filmde aksamış olan bir diğer şey, köye yürüme mesafesinde olan kasabada yaşayan Mehmet’in –ki kendisi de köye girişte Kürtçe adres sormakta, rakı masasında karısı için Ay Dilberé parçasını yakmaktadır- adetlerimize göre kadının, erkeğinin ardından yürümesi gerektiğini bilmemesi. Filmin konsept danışmanlığını yapan kişilerin bunu gözden kaçırmaması gerekirdi. Yine de olayın duygusallığa bulandırılmadan verildiği, dramatizasyon fazlalığına başvurulup Sezercik-Hülya Koçyiğit filmi olmaktan kurtarıldığı Dilber’in Sekiz Günü, ailecek de izlenebilecek ibret dolu bir film olmuş.
Dileğim, bu tür acı olayların dünyanın hiçbir yerinde ve dağlarına baharın bir türlü gelmediği memleketimde bir daha asla yaşanmaması.
Abdullah KOÇAL
Sınır Dergisi Sayı 4 / Temmuz Ağustos 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder