12 Aralık 2012 Çarşamba

Av Mevsimi


“Züğürt Ağa”, “Davaro”, “Tosun Paşa”, “Gönül Yarası” ve “Eşkıya” gibi başyapıtlarda alın teri olan Yavuz Turgul’un yazıp yönettiği “Av Mevsimi” 2010 yılında gösterime girdi. Film, polisiye türünün bir örneği olarak izleyiciye takdim edildi. Farklı yaşlarda üç polisin bir cinayeti aydınlatmasını konu alan yapıt, yönetmenin ve oyuncuların başarılı kariyerleri –buna yoğun reklam çalışmalarını eklememiz de mümkündür- sebebiyle yoğun ilgi gördü. Biz burada filmi özetlemek yerine çalışmanın içeriğine yönelik birkaç noktaya dikkat çekmeye çalışacağız.
Türkiye’de sinema denilince ismi ilk söyleneceklerin başında gelir Yavuz Turgul. Kendisi herhangi bir ideolojiye saplanıp kalmayarak sanat değeri olan eserler üretebilmiştir. Filmlerinde mercek altına aldığı karakterler toplumun yalnızca bir kesimiyle sınırlı değildir. Sözgelimi “Züğürt Ağa”da doğulu bir köy ağasının trajikomik öyküsünü anlatırken “Gönül Yarası”nda emekli bir öğretmen ile pavyon şarkıcısı bir kadının aşkına, “Eşkıya”da haksızlık karşısında âsi olmuş şarklı bir adamın umut dolu sevdasına kamera tutmuştu. Böyle yaparak izleyicisine Anadolu’dan kareler sunmuş, bize “bizi” anlatmıştı. Burada, Kemal Tahir’in romanlarında yaptığını, Yavuz Turgul’un da filmlerinde gerçekleştirmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Turgul’un bu tercihi yapıtlarını taklit olmaktan kurtarıp şaheser konumuna çıkarmıştır. Sanatında kendi çizgisini oluşturup bu istikamette yürümeye devam eden Turgul, son filminde de aynı doğrultuda mesafe almaya devam etti.
Filmde, Anadolu insanına ait meziyetler, güzellikler yine resmi geçitteydi. Avcı’nın karısının böbrek nakil sırası geldiği halde bu hakkını kendisinden daha genç ve çocuklu bir hanıma bırakması, o bayanın da kendisine yapılan iyiliğin hakkını ödemeye çalışması buna verilecek en güzel misali teşkil etmekte. Bunun yanı sıra Turgul’un, Deli İdris (Cem Yılmaz) ve annesinin diyalogunda Lazca’yı hatırlatması üzerinde durulması gereken bir nokta. Karadeniz sahilinin anadili denebilecek bu lisan, gökkuşağı olarak tanımlanan Anadolu kültürünün bir rengini teşkil etmekte iken günümüzde unutulmaya yüz tutmuştur. Filmde bu unutulma, yeni nesli temsil eden İdris’in kızı tarafından ortaya konmakta. İncelediğimiz sinema eserinin satır aralarını okumaya çalışırsak –Eco’nun ifadesiyle bir “aşırı yorum” yapıyor da olabiliriz- bu sahnelerde ışık tutulan konu asimile olmaya başlamış bir halkın trajedisi! Zira Lazların yeni nesli Lazca’yı bilmemekte. Dilini yitirmeye başlamış insanların ulusal kimliklerini muhafaza edebilecekleri de şüpheli. Öyle ki Türkiye’nin son devirde gördüğü en büyük mazlumlardan biri olan Hrant Dink’i Türklük adına Karadenizlilerin katlettiğini hatırlamakta fayda var…
“Av Mevsimi”nde bizlere yöneltilen “Türkiye’de neden seri katil yok?” sorusuna da kafa yormamız icap etmekte. İnsana değer veren, manevi boyutu oldukça gelişkin bir toplumda merhametten yoksun bireylerin olmayışı, vereceğimiz cevabın anahtar kelimelerini oluşturmakta. Zira derin bunalımlara gark olmadan hesapsızca cana kıymak mümkün değildir. Şükür ki insani yönden o derece kötüleşmiş değiliz. Bizde seri katil olmayışı da polisiyenin gelişmemesine sebep olmuştur. Çünkü bu tarz filmler mantık oyunları, heyecanlı kovalamacalar, yoğun biçimde şiddet içeren sahnelerle gerçekleşir. Bunların olmayışı da Türkiye sinemasında polisiye türün taklitten öteye gidememesine sebep olmuştur. “Av Mevsimi”nde olduğu gibi Kırmızıgül’ün “Beş Minare”sinde de aynı zorlama durum söz konusuydu.
Sonuç olarak “Av Mevsimi”nde sinemanın yaşayan efsane isimlerinden Şener Şen ile Yavuz Turgul’un tekrar bir araya gelip harika işler başardıklarını söyleyebiliriz. Diğer oyuncu performanslarının ve film müziklerinin de iyi olduğuna değinip –yönetmen ve oyunculara rağmen- filmde meydana gelen tıkanmaların, seyirciyi of’latan bölümlerin bu ülkede polisiye türünü doğuracak şartlar henüz olgunlaşmamış olduğundan yapıtın sağlam bir zemine ayak basmayışına bağlayabiliriz.

Abdullah KOÇAL
Sınır Dergisi / Sayı 7 / Mart - Nisan 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder