Çatılarda güvercinler var!
Bir memleketin çatılarında güvercinler varsa saklı, gizli bir şey kalmaz. Onlar görür, izler, birbirlerine şaşkın şaşkın bakar. Sonra anlatırlar. Önce fısıltıyla, ardından yüksek sesle.
“İnsanlar insanlar… Koşuyorlar, yürüyorlar. Evlerde sevişenler, dövüşenler. Sokakta vuruşanlar. Ekmeğimize tükürenler. Kediler aslan, köpekler melek, insanlar canavar hem de melek. İnsanlar çalışıyor, doyuyor, aç kalıyor.”
Şimdi sokağa gurulduyor onlar.
Aşağıda yol inşaatı var. Göbekli adam kompresörle eski asfaltı kaldırıyor. Göz göz delinmiş yorgun yol kabuklanıyor, inliyor, gözyaşları toz oluyor da eriyor.
“İnsan acımasız, acımasız.”
Kürekliler kavlanmış deriyi yanlarında sırada bekleyen el arabalarına dolduruyor. Yolun karşısında duran kepçenin ağzına dökülüyor arabalar. Canavar ağzını çalkalayıp hımbıl kamyonun kasasına tükürüyor.
“Çok çalışıyor bunlar.”
Geride iki adam. Birisi tefsiye edilmiş çıplak yola ince kum döküyor. Diğeri parke taşlarını tek tek dizip elindeki tokmakla oturtuyor.
“Çömezin adı Güz. Güz güz güz. Öteki Şakir. Şakir usta olmuş da tokmağa geçmiş. Bal peteği gibi döşüyor yolu.”
Güz el arabasını bırakıp elleri belinde ihtiyara baktı.
“Abi be, bu yollardan kimler geçecek, di mi?”
“Bize ne be. Geçen geçsin.”
Güz güldü. Şakir de gülümsedi. Doğruldu. Ellerini ovuşturdu. Dizdiği yola baktı.
“İnsan dediğin güzel de oluyor bazen.”
Çavuş bitti yanlarında. Fırıncı küreği ellerini uzattı.
“Oh, oh! İki orta kahve de getireyim mi size. Maşallah!”
İki adamın yüzü gölgelendi. Anında işe döndüler. Gül, ıh’layıp el arabasını dehledi. Şakir tokmağı çevirdi elinde, iki taşı aynı anda koyup üzerinden geçti. Bir ön sıraya geri döndü. Sağlamlaştırdı. Sonrakilere yeniden geldi. Malayla kumu düzeltti. Yeni taşları okşadı. Fırça alıp üzerlerindeki ince kayırı kaldırdı.
“Allah büyüktür, Allah büyüktür. Sala okunur şimdi.”
Çavuş tozun ortasında düdüğünü öttürdü.
“Paydos! Saat bir buçukta herkes işinin başında olsun.”
Güz, Şakir üstlerini başlarını silkelediler. Şantiyeyi ayağı kırık it gibi izleyen seyyar köfteciye gittiler. İki yarım sarıldı. Parkın yanındaki kahveye yollandılar.
“İki duble çay. Demli olsun abi.”
Şakir ters ters baktı.
“Niye abi diyorsun. O çocuk daha be.”
“He, öyle. Ben de senden gencim ama.”
Masaya geçtiler. Haberler başladı.
“Oğlum çabuk ye. Cuma’ya yetişeceğiz daha.”
“Tamam, abi. Boğazımıza dizmeyelim ama.”
“Mısır’da isyan. Esmer güvercinler çatışıyor.”
Güz’le Şakir kalabalığı izledi. Kalkanlar, oturanlar. Haykıranlar. Kadınlar, çocuklar. Yollar, meydanlar dolu. Ağaç tepelerinde gülen, ağlayan insanlar.
İkinci çaylar geldi. Köfte ekmeğe sarılı gazeteleri yumruk yapıp parmaklarının yağını sildiler.
Nehir olmuş kalabalıklar geçti gözlerinden.
“Abi, namaz kaçtı.” dedi Güz.
“He, öyle.” dedi Şakir.
İki cigara yaktılar.
“Abi, ne oluyor dünyaya böyle. Biz de oturmuş yol yapıyoruz. Kim yürüyecek bu yollardan acaba?”
“Bize ne oğlum. Yürüyen yürüsün.”
Çavuş önlerinde bitti. Gölgesi büyük kendi büyük elini çakacaktı ki…
“Bana bak Çavuş. O elini alır götüne sokarım. Gidiyoruz işte işin başına.”
Güz, Şakir’in yüzüne baktı kaldı. Sonra güldü.
“Abi çok yaşa sen.” dedi.
Arkalarında heykele dönmüş Çavuşu bırakıp yürüdüler.
“Abi, yarın iş aramamız gerek.”
“He, biliyorum,” dedi Şakir.
“İnsan dediğin çok garip. Çok şahane, çok boktan.”
Güvercinler guruldayıp konuştular aralarında. Bir kaçı çiftleşti. Uçtu, kayboldu gitti.
Ahmet BÜKE
Sınır Dergisi / Sayı 7 / Mart Nisan 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder