13 Aralık 2012 Perşembe

Tony Manero Olmak


Üçüncü dünyanın sahnesi taklitlerle aydınlanır. Sivaslı Sindi veya Karadenizli Riki Martin, yaralı bir gururla sahiplenilen ünlülerdir. “Biz de, biz de…” içgüdüsüyle hayran olunur onlara. Geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nde “En İyi Film Ödülü”nü alan Tony Manero (2008) da, Şilili Tony Manero’nun hikâyesi. Şili-Brezilya yapımı olan film, Pablo Larrain’ın ikinci uzun metraj çalışması.

   John Travolta'nın “Cumartesi Gecesi Ateşi”nde canlandırdığı beyaz kostümlü meşhur Tony Manero karakteri, elli yaşındaki Raul Peralta'nın ikinci kişiliği haline gelmiştir. Hastalıklı bir tutkuyla bağlıdır bu hayali kişiliğe.
   Raul, uyduruk bir barda sahne alan dandik bir dans grubunun başındadır ve her cumartesi gecesi, idolünü derme çatma sahnede büyük bir özenle canlandırır. Her şey orijinalinin kötü bir kopyasıdır. Zemini kırık sahne, futbol topundan yapılma disko topu, kostümler, kareografi… Hollywood’un üçüncü dünyaya açtığı yasadışı bir bayilik gibidir burası. “Cumartesi Gecesi Ateşi”, burada ateşli bir hastalık, gerçeklikten kopmuş bir halüsinasyon gibi nükseder. Ve Raul, Tony Manero’yu canlandırırken etrafındakileri gözünü kırpmadan öldürmeye başlar. Tony Manero ile arasındaki engelleri, alter egosu Tony Manero olan soğukkanlı bir seri katile dönüşerek, bir bir kaldırır.
   Bir gün, ulusal televizyon kanalında Tony Manero benzerleri yarışması düzenleneceği duyurulur. Bir tür taklit şovdur bu. Sene 1978'dir, Şili'de diktatör Pinochet iktidardadır. Ailesi gibi olan dans arkadaşları gizli polis teşkilatı tarafından gözaltına alındığı bir gün, Raul tereddüt bile etmeden kaçar. Canını kurtarmak için değil, Tony Manero olmak için. Bu uğurda masum insanlar ölebilir, dostlar kaderine terk edilebilir, dünya unutulabilir. Şov dünyasının, ABD emperyalizminin kültürel ayağının yarattığı bir canavardır o. Elleri kanlı, saçları boyalı bir dansçı müsveddesidir.

   Üçüncü dünya kırık ayna parçalarının futbol topuna yapıştırılıp bir çocuk tarafından sopayla çevrildiği, zemini kırık kalaslarla dolu bir sahnedir. Ancak Raul etrafını saran karanlık ve fakir dünyayı görmez. Onun gözleri Tony Manero’nun ışıltılı dünyasıyla kamaşmıştır. İzleyiciyse dünyayı Raul’ün gözünden değil, yönetmenin sunduğu toplumsal/acı gerçekliğin yıpranmış penceresinden görür. “Tutku” kavramını yeniden sorgulatacak bir penceredir bu.
   Sinema seyircisinin tutku öykülerine her zaman zaafı olmuştur. O, en kutsaldır. Tutkuya giden yolda akan sular durur. Nice yönetmen, cicili bicili tutku öyküleri anlatarak bu konseptin ekmeğini yemiştir. Tony Manero ise tutkuyu tribünlere oynanan tatlı bir oyun olarak resmetmez. Raul kolay kolay empati kurulabilecek bir karakter değildir çünkü. Onun tutkusuna kendini bırakamaz izleyici. Nefesini tutup amacına ulaşmasını bekleyemez. Dualar onun için değildir. Kalpler onun için atmaz. Bunun tek sebebi tutkuya giden yolda işlenen acımasız cinayetler değildir. Tutkunun kendisinin acıklılığı, anlamsızlığı ve kahrediciliğidir aynı zamanda.

   Fena halde tutunanların gölgesinde yaşayan bir tutunamayandır Raul. Ne kahramandır ne anti-kahraman… Bir tür kahraman taklididir. Hollywood’un yarattığı bir asalaktır o. Üzerine bembeyaz takım giymiş bir karbon kopyadır. Ama filmin en can alıcı noktası da şudur: Raul Peralta gerçektir, Tony Manero ise hayal…

   Evet, “Dünya bir sahnedir.” Ve üçüncü dünyanın sahnesi taklitlerle aydınlanır. Aslı taklitlerini yaşatır.

   Hakan BIÇAKCI
   Sınır Dergisi / Sayı 7 / Mart Nisan 2011 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder