Gecelerin içinden küçük meşalelerle geçen ay ışığı ve günün
büyüsünü aydınlatan ve hep makyajlı bir güneşi bana hatırlatan, elle oyma ve
elle kabartma ve yani uydurma bir güzelliğe düşen kurumuş bir ağaç
gibi güneş ışıkları, zamanımın kasalarında çürümeye yüz tutmuştu. Ve uzun
bir çürüme mevsimi yaşamışlığın ardından temmuz sıcağıyla tanıdım seni. Oysa
ben yaşanacak sevdaları ve aşkları baharla bütünleştirir, bir sonraki bahara
saklardım sevdamı.
Paramparça
bakışlardan ve kimliksiz denizyıldızlarından geliyordum. Düşlerim vardı
ceplerimde, yalaz ve kandil düşlerim. Beklediğim baharın ve yalaz ve kandil
olan düşlerimin, yüzünün ikliminde saklı olduğunu sen konuşmadan ve ben yüzünün
o esmer gölgesine düşmeden anlamıştım. Ellerinin ve dudaklarının yollarında
yürürken bir çok ağır sessizlikler ve bir çok ağır yalnızlıklar yaşamıştım.
Bütün bu ağır yanıklara rağmen ay ışığında parlayan bir ırmak gibi, yüzünün
hurma bahçeleri ayartıyordu sana ait olan hayallerimin iradelerini. Aynı
zamanda geceler boyu dileyiş ve dilenişlerden sonra bana beklediğim baharı
getiren ellerini bu kadar erken kaybedeceğimi de bilemezdim. Oysa kelebeğin
ömrünce sevilmemek adına hiç bir baharda sevgimin keşfine çıkmayı denemedim.
Kelebeklerin bir başlarına olduklarını bilirim, bir mevsimlik olduklarını da.
Koruyup sakınmam gereken binlerce kelebek uçuşurken içimde, nasıl olurda bir
başıma bir mevsimlik yaşamayı göze alırdım. Bütün yaşananlardan sonra sana ala
bildiğince acımasız olduğunu söylemek isterim, acımasızlığının canımı yaktığını
da. Yüreğime konuk ettiğim sesinin bıraktığı ve terk etmediği acıyı tarif etmem
imkânsız. Yaşamaktan korktuğum ve aşmaya bir türlü cesaret edemediğim kısır
döngüye ikimizi de mahkûm ettin.
Ben ruhumu ve
beynimi bütün odalarıyla senin dünyana ait kılmıştım. Seninle henüz el değmemiş
acıları bile çekmeye ve getireceği zorlukları yaşamaya hazırdım. Sen hayatında
var olan bir çok şeyi değiştirmeden beni hayatına ekleye bilirdin. Fakat aynı
sen kolay olanı seçmiştin. Bende olan seni, sevdanı geri almıştın. Sende olan
beni, sevgimi geri almıyorum. Bana ait olan bu sevgi bir gün canını yaktığında
yüreğindeki alazlara ve çığlıklara kulak ver. Bunların bana ait olduğunu
hissetmekten korktuğunda beni anlarsın. Anlamak içinde yalnızlıklarında
özlemlerini biriktirmen yetecek. Bana verdiğin, kimselerin böyle büyük
yaşayamaz dediğin aşkın içinde de büyütür kendini bu sevda. Ve benden aldığın
sevginin ağırlığı altında ezildiğinde belki gerçek sevmeleri anlarsın.
Yaşanılanlardan
kendi payına düşeni almayı unutma. Sevip sevilmekten ziyade, ben sadece bana
ait olanı yaşamıştım. Bana ihanet tanrısının öfkelerinde vurulan bir tokat
değildin. Yüreğime yediğim ve gecemden sabahıma düşen bir vurgundun. Ne
istemiştin benim ay taşıyan gülüşlerimden, ah taşıyan gülüşlerimden. Geceler
yine saçlarımın arasına karıştı. Ben şimdi seni hangi sisli geceme sığdırayım.
Hani başkalarının bedenlerinde taşımaya kalksam tenine sevdalı kalbimi, kana
gömülür dünya. Hani bir soluk alsam yepyeni ve derin bir sükûnet içinde, sana
çarpıp içimde şiddete dönüşecek, en kötüsü de bu şehirde artık hiçbir şey hiç
bir zaman eskisi gibi olmayacak. Kış gelmeden yağmur yağdı bu şehirde ve ayaz
vurmadan yapraklarını döktü bütün ağaçlar. Fırtınalı sessizliğimin derin
yalnızlığında sahiline çağırıyor beni şimdi gri martılar.
Gece hüzünlü
bir nehir gibi geçerken yanımdan, kuduz haliyle dişlediği ve kanlı elleriyle
getirdiği olmadık ihtimalleri ve ağız dolusu kirli sevişmeleri dudaklarımın
arasında ki kelimelere bırakarak yok oldu lekeli saçlarında. Ve ben sustum. ‘En’
ler seninle.
Yüreğimde
mavi, yoksul bir çocuk şimdi.
Yüreğimde
mavi, yaralı bir çocuk şimdi.
Orhan DEMİRTAŞ
Sınır Dergisi / Sayı 7 / Mart Nisan 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder