13 Aralık 2012 Perşembe

Sevgiliye Mektup II


      Gecelerin içinden küçük meşalelerle geçen ay ışığı ve günün büyüsünü aydınlatan ve hep makyajlı bir güneşi bana hatırlatan, elle oyma ve elle kabartma ve  yani uydurma bir güzelliğe düşen kurumuş bir ağaç gibi  güneş ışıkları, zamanımın kasalarında çürümeye yüz tutmuştu. Ve uzun bir çürüme mevsimi yaşamışlığın ardından temmuz sıcağıyla tanıdım seni. Oysa ben yaşanacak sevdaları ve aşkları baharla bütünleştirir, bir sonraki bahara saklardım sevdamı. 
        
     Paramparça bakışlardan ve kimliksiz denizyıldızlarından geliyordum. Düşlerim vardı ceplerimde, yalaz ve kandil düşlerim. Beklediğim baharın ve yalaz ve kandil olan düşlerimin, yüzünün ikliminde saklı olduğunu sen konuşmadan ve ben yüzünün o esmer gölgesine düşmeden anlamıştım. Ellerinin ve dudaklarının yollarında yürürken bir çok ağır sessizlikler ve bir çok ağır yalnızlıklar yaşamıştım. Bütün bu ağır yanıklara rağmen ay ışığında parlayan bir ırmak gibi, yüzünün hurma bahçeleri ayartıyordu sana ait olan hayallerimin iradelerini. Aynı zamanda geceler boyu dileyiş ve dilenişlerden sonra bana beklediğim baharı getiren ellerini bu kadar erken kaybedeceğimi de bilemezdim. Oysa kelebeğin ömrünce sevilmemek adına hiç bir baharda sevgimin keşfine çıkmayı denemedim. Kelebeklerin bir başlarına olduklarını bilirim, bir mevsimlik olduklarını da. Koruyup sakınmam gereken binlerce kelebek uçuşurken içimde, nasıl olurda bir başıma bir mevsimlik yaşamayı göze alırdım. Bütün yaşananlardan sonra sana ala bildiğince acımasız olduğunu söylemek isterim, acımasızlığının canımı yaktığını da. Yüreğime konuk ettiğim sesinin bıraktığı ve terk etmediği acıyı tarif etmem imkânsız. Yaşamaktan korktuğum ve aşmaya bir türlü cesaret edemediğim kısır döngüye ikimizi de mahkûm ettin.
         
     Ben ruhumu ve beynimi bütün odalarıyla senin dünyana ait kılmıştım. Seninle henüz el değmemiş acıları bile çekmeye ve getireceği zorlukları yaşamaya hazırdım. Sen hayatında var olan bir çok şeyi değiştirmeden beni hayatına ekleye bilirdin. Fakat aynı sen kolay olanı seçmiştin. Bende olan seni, sevdanı geri almıştın. Sende olan beni, sevgimi geri almıyorum. Bana ait olan bu sevgi bir gün canını yaktığında yüreğindeki alazlara ve çığlıklara kulak ver. Bunların bana ait olduğunu hissetmekten korktuğunda beni anlarsın. Anlamak içinde yalnızlıklarında özlemlerini biriktirmen yetecek. Bana verdiğin, kimselerin böyle büyük yaşayamaz dediğin aşkın içinde de büyütür kendini bu sevda. Ve benden aldığın sevginin ağırlığı altında ezildiğinde belki gerçek sevmeleri anlarsın.
       
      Yaşanılanlardan kendi payına düşeni almayı unutma. Sevip sevilmekten ziyade, ben sadece bana ait olanı yaşamıştım. Bana ihanet tanrısının öfkelerinde vurulan bir tokat değildin. Yüreğime yediğim ve gecemden sabahıma düşen bir vurgundun. Ne istemiştin benim ay taşıyan gülüşlerimden, ah taşıyan gülüşlerimden. Geceler yine saçlarımın arasına karıştı. Ben şimdi seni hangi sisli geceme sığdırayım. Hani başkalarının bedenlerinde taşımaya kalksam tenine sevdalı kalbimi, kana gömülür dünya. Hani bir soluk alsam yepyeni ve derin bir sükûnet içinde, sana çarpıp içimde şiddete dönüşecek, en kötüsü de bu şehirde artık hiçbir şey hiç bir zaman eskisi gibi olmayacak. Kış gelmeden yağmur yağdı bu şehirde ve ayaz vurmadan yapraklarını döktü bütün ağaçlar. Fırtınalı sessizliğimin derin yalnızlığında sahiline çağırıyor beni şimdi gri martılar.
         
      Gece hüzünlü bir nehir gibi geçerken yanımdan, kuduz haliyle dişlediği ve kanlı elleriyle getirdiği olmadık ihtimalleri ve ağız dolusu kirli sevişmeleri dudaklarımın arasında ki kelimelere bırakarak yok oldu lekeli saçlarında. Ve ben sustum. ‘En’ ler seninle. 
      Yüreğimde mavi, yoksul bir çocuk şimdi. 
      Yüreğimde mavi, yaralı bir çocuk şimdi.

      Orhan DEMİRTAŞ
      Sınır Dergisi / Sayı 7 / Mart Nisan 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder