Çirkinim,
hem de çok çirkin. Yolda gördüğünüzde kendinizi bir defa daha dönüp bakmak
zorunda hissettiğiniz türde bir çirkinlik. Öyle bir çirkinlik ki, yüzümü
gördüğünüzde kendinizi Allah’a şükretmek zorunda hissedersiniz. Karga burnunuz
ya da kırışık suratınız size o an o kadar da çirkin gelmez. Allah’ıma bin şükür
onun gibi değilim, dersiniz. Dudaklarınız fısır fısır dualar okur. Ben görürüm.
Siz göremezsiniz.
Evet,
çirkinim. Çirkinliğimi size izah edeyim: Suratımın sağı tamamen deforme olmuş
bir halde. Sağ gözüm sol gözüme göre beş santim elli milimetre daha aşağıda.
Doktorlar ölçmüş söylemiş anneme. O da bana söylemişti. O günden beri hiç
unutmadım bu sayıyı. Sağ gözümden sürekli yaşlar akar. Yanımda sürekli bir
paket mendil taşımak zorunda kalırım. Sanırım sağ gözüm çirkinliğimden ve
çirkinliğinden ötürü durmadan gözyaşı döker. İkimizin yerine de ağlar.
Eminim,
suratımın sağ tarafının neden normal olmadığını, neden sağ gözümün sol gözümden
daha aşağıda olduğunu ve neden burnumun sağ tarafının olmadığını merak
ediyorsunuz. Evet, burnumun sağ tarafı yok. Bunu da öğrenmiş oldunuz. Neden?
Ben de merak ediyorum. Doğduğumdan beri böyleyim. Doktorlara sorarsanız ciddi,
gırtlaktan gelen sesleriyle şöyle cevap verirler: Kalıtsal sorunlardan ötürü
hastanın sağ elmacık kemikleri bulunmuyor ve bundan ötürü gözü normalden daha
aşağıda bulunuyor. Buruna gelirsek, onun sebebi de aynı: Kalıtsal sorunlar.
Hayır,
annem ve babam akraba değiller. Akraba evliliğinden ötürü değil bu sorun. Annem
ve babam kader diyorlar. Bilmiyorum. Ama annemin beni doğurduktan sonra terden
sırılsıklam olmuş suratını kaplayan o rahatlamış yüz ifadesinin ve mutlu
gülüşünün beni gördükten sonra nasıl tuz buz olduğunu tahmin edebiliyorum. Ona
kırılmıyorum, o da haklı. Kim ister ki kızı çirkinlik abidesi olsun. Hangi anne
ister ki kızı bir ucube olsun!
Aslında
güzelim. Yani şunu demek istiyorum: Bir genç kız olarak boyum posum yerinde,
göğüslerim ve kalçalarım sokakta gördüğüm çoğu kızdan çok daha seksi. Yüzüm de
gayet hoş. Ama tek sorun yüzümün sağ tarafı. Orayı saymazsak mükemmelim.
Vücudumun şu el kadarcık kısmının tüm güzelliğimi yok etmesinden nefret
ediyorum.
Bir
görseniz beni, tabii sol açıdan; bir manken kadar güzelim. Evet, güzelim. Bunu
içim rahat bir şekilde söyleyebilirim. İnsanlara bundan ötürü elimden
geldiğince yüzümün sol kısmını gösteririm. Ah, nasıl da bakarlar bana;
vücuduma, göğüslerime, yüzüme, yüzümün sol tarafına. Erkekler bana yiyeceklermiş
gibi bakarlar. Ta ki sağ tarafımı görene kadar. Gözlerindeki şehvetin nasıl da söndüğüne,
şaşkınlık ve iğrenmenin suratlarına nasıl aniden yerleştiğine şahit olmak her
seferinde işkence gibidir.
Ben
çirkinim, kabul ediyorum. Sözlükteki “çirkin” kelimesinin canlı örneklerinden sadece
biriyim. Ama ben aranızdayım. Yaz kış kocaman güneş gözlüklerim, çirkin gözümü
ve burnumu saklarken rahatça aranızda dolaşırım. Normal biriymişim gibi
kalabalıklara karışırım. Bayanlar, bazılarınız bana imrenerek bazılarınızsa
kıskanarak bakarsınız, özellikle yerden bitme ve şişko olanlarınız. Erkekler,
ah erkekler; ne de güzel bakarsınız bana. Aşağıdan yukarıya ve yukarıdan
aşağıya. Sonra yine…
Bazen
ne hayal ederim, bilir misiniz? Roma zamanındaki Tanrı Bacchus adına düzenlenen
o maskeli balolara katılmak. Kimsenin kimsenin yüzünü görmediği çılgın partiler.
Erkeklerin ve kadınların yüzlerini göstermeden rahatça birbirlerinin olmaları…
Yanlış zamanda doğmuşum ben. Çok yanlış bir zamanda.
Eğer
kış günü güneş gözlüğü takan, 1.75 boylarında, sürekli sol tarafını insanlara
dönen, sarışın, manken gibi güzel bir bayan görürseniz o ben olabilirim. Bana
rahatça bakabilirsiniz. İsterseniz yanıma gelip benimle konuşup tanışa da
bilirsiniz. Belki başka şeyler de yapabiliriz.
Ama
benden gözlüğümü çıkarmamı asla istemeyiniz!
Ruhşen Doğan NAR
Sınır Dergisi / Sayı 7 / Mart Nisan 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder