madem biletim kesildi,
bari “can kenarı” olsun! -
ah! Era
kırların bin bir tonunun Tanrısı
al sana tarumar bir bahçe
çık şimdi, öncesi ve sonrası hesaplanmayan bu dehlizden
Kısa filmin kahramanıydı artık. Ne ilerleyebilecek gücü vardı, ne de geri dönebilecek pişmanlığı. Düş ile var olanın ayırdın da, gerçekliğe dalmış, istemeyerek bozmuştu büyüsünü yolculuğun. Korktuğu başındaydı.
“ben bu aşkın esiri, kaç sonbahardan beri
yüzüme hiç gülmedi, halimi bilemedi.”
Artık yüreğin sıkışsa, mantığın iflas etse de, iki tarafı da keskin bıçağın. Kanadıkça canın yanacak, alışık olmadığın bilinmezlere... Her bir yanın çetrefilli kör tuzak... Öylece durup uzamayı seçsen de sonsuza, ürkeceksin sığırcık kuşları misali. Esmerliğin kanatlarında, kuzeyin rüzgârları ile ürpereceksin.
“bu hicran kaderim mi, var mıdır tesellisi?
sevdi mi sevmedi mi, son ümidim tükendi.”
Güçlü avuçlar içinde sessizce konuklanmış, kendini sarıp sarmalayan sıcaklığı kaybetmenin korkusuyla seveceksin varlığımı. Yazılarda, söylemlerde, bekleyişlerde, özleyişlerde kendini kıskanacak pervasız yanın... Hatta çocuksu haykırışlarda unutup özleyeceksin yeni yetme yanını… Bazen kimsenin tahammül edemediği serkeş, şımarık duruşlarını bile…
“gelmiyor bir söz bir ah dilimden
geçse de mevsimler göçemem yerimden
unutup kırılmış kanadı derinden
son bir gayret seslensem”
Zamanı ve mekânı olmayan bir yerde sıkışan sözcüklerin dokunsam kaybolur mu korkusu ve bir fısıltı kadar uzağında olan toplumun izleyen gözleri, hapsetti yürekleri iki kapı arasına. Ellerde başlayan ayrılık, sesleri karıştırdı ormanın gürültüsüne. Yakana yapışan gitmeler, ciğerinde ince bir sızı, dörtnala ayrılık misali.
“bakmaya bile sana doyamazken
hasreti hasrete ekleyip dururken
unutup kırılmış kanadı yerinden
felek vurmuş derinden”
Varlığını tehdit edenlerin karşısında yeni bir gerçeklikle karşılaştığında, ilk sınavın var olabilmenin mücadelesini vermek olacak. Topyekûn benliğinle katılman gereken bir sınav... Daha ilk rauntta kolay olamadığını anlayacaksın. Pes etmeyeceksin, yaşamayı göze almışsan bir kere, korkularının üstüne gideceksin. Ne yapman gerektiğini bilemeyeceğin zamanlar olacak; dar pencere arasından sonsuzluğa çıkmak için çırpınacaksın.
“tek kanatlı sevdam yolun açık olsun
buralara uğrama…”
Tümcelerini istiflerken, günün yorgunluğuna yenik düşüp uykuya teslim olduğunda bile aklından geçecek yaşanmışlıklar. Bir gök gürültüsü ile bölecek uykunu anılar. Bağlandıktan sonra kaybetme korkusu düşecek yüreğine, soluksuz kalacaksın bir zaman. Ürkeceksin yeni limanın dinginliğinden. Yaşını ikiye bölüp gençliğini aradığında bulamayacaksın. Tek kanatla nasıl sevildiğini anladığında; korkularını, tutsaklığını özleyeceksin. Sessiz çığlıkların karışmış olacak gök gürültüsüne. Düşen yağmur damlaları gözyaşların olacak. Özleyeceksin, özlendiğin gibi…
“benden sitem dolu, yare selam olsun
yeter artık ağlama…”
Hayallerini büyük yapan an’larını, duru ve saf yaşantılarını anımsayacaksın. Bu hayaller iyi tahlil edilip ilham kaynağı olacak yarınlarına.
eylül yağmurlarla geldi
yalnızlaştık
ekle beni susmalarına
Bir daha dönmeyecek olanın ardından ağlarken, yağmur değil de kaderin yağacak sanki gökyüzünden. Patlayan sağanakta gürültüler arasında sessizleşecek yaşananlar. Eylülde geçti artık. Öpmeyi bile unuttu dudaklarım. An gelir aydın günlerin incileriyle bir kolye takılır boynuna bu kasvetli zamanda. Pencereden ufku ve fırtınanın gelişini izlerken, boğazına takılı kalan kederi ne yapacağını düşün. Yedi tepeli şehrin ufkuna değil, yüreğine tırmanacak fırtınalar.
“Hiç senin gözlerinde ‘beni sev’ diye kaybolan bir bakış gördün mü?”
Ya da çıkmaz sokağa saptığında ‘mezara yatan bir bakış!’
Soğuk, yağmurlu bir günde sıcak bir şeyler aradığın zaman uzaklara bak. Artık o kentin en izbe barında içebilirsin, benim yaptığım gibi.
‘düş’ten tüy ‘düş’tü
ben bir tüy gökyüzünde
ne ‘düş’tüm, ne de ‘düş’ündüm
sadece ‘düş’ledim
İstediğin gibi kal Era!
Mehmet KUVVET
Sınır Dergisi / Sayı 7 / Mart Nisan 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder