13 Aralık 2012 Perşembe

O da Beni Seviyor mu?


Bugün pazartesi. Saat 4.30 itibariyle güneş doğdu. Ve ben her şeye rağmen saat 4.30’da göl kenarına, yerime, gelmeyi başarmışım. Karlı dağların arkasından bütün narinliğiyle güneş uyanıyor. Ben ise her zamanki gibi sayıyorum:

       ikiyüzellialtı, ikiyüzelliyedi, ikiyüzellisekiz, ikiyüzellidokuz, …

Güneşin parlak ışıkları beyaz kar tanelerinde yankılanıyor. Bütün güzelliğiyle yeniden doğan güneş, yansımasını göl üzerinden izlettirmek için yavaş yavaş hazırlanıyor. Şeffaf mavide kızılın can bulmasıydı yakamoz. Desen desen nakşediyor kızıllığını maviye…

Sabahın soğuk havası ciğerlerime dolarken aklımı kurcalayan bin türlü düşünceyle devam ediyorum saymaya:

       binonüç, binondört, binonbeş,binonaltı, …

Masmavi bir göl, sonu ufuk çizgisinde olan bir enginlik ve hemen yan tarafında başı karlı mağrur dağlar. Ve sonsuz mavilikteki dalgalar… İçinde ne barındırdığı hiçbir zaman bilinmeyen dalgalar, bütün azametiyle kıyıya vuruyor. Dalgalardan birkaç santim uzakta oturan ben bütün bu güzellikler karşısında mest olmuşken, içimdeki derin sızıyı unutmuşçasına devam ediyorum…

       binyediyüzkırkbir, binyediyüzkırkiki, binyediyüzkırküç, binyediyüzkırkdört, …

Her şeyden kaçıp içimdeki umuda geldiğim yerdeyim. Hiç kimsenin anlayamayacağını anlatabildiğim yerde. Ser verdiği halde hiçbir sırrımı vermeyen gölle, dostumla, beraberim. Ben anlatıyorum, o da dinliyor. Ama yadırgamaksızın. Bazen deli deli kıyıya vururken bazen sakince boyun eğiyor olanlara. Ve ben hayatta bulamadığım cesareti onda buluyorum. Bir ümit deniyorum şansımı, ihtimal bu ya, olur da…

       ikibinikiyüzdokuz, ikibinikiyüzon, ikibinikiyizonbir, ikibinikiyüzoniki, …

Kafamı kaldırıp etrafıma bakıyorum, büyük bir çukurun ortasında oturmuşum. Düşünceler, konuşmalar, dertleşmeler saatlerimi almış, farkına varmamışım. Güneş tam tepeyi geçeli epey olmuş. Bütün gün yeryüzünde olanları izlemekten yorulmuş, yavaş yavaş tükeniyorken nazenin ışıkları… Son bir defa daha:

      ikibindokuzyüzdoksanaltı, ikibindokuzyüzdoksanyedi, ikibindokuzyüzdoksansekiz…

Her gün buraya geliyorum çünkü o yemyeşil gözlerin karşısında konuşamıyorum. Kalbimin sesinden kelimeleri bulamazken, ‘o’na, derdimi nasıl anlatabilirim? ‘O’nun karşısında afallıyor öylece kalakalıyorum. Seni … Seni … Seni … Seni seviyorum diyemiyorum bir türlü. Ve soluğu burada alıyorum. Beni her daim dinleyen göl, güneş, dağ karşısında onun güzelliğini anlatabileceğim güzellikler karşısında saatlerce konuşuyor, düşünüyor bazen gülüyor sıklıkla ağlıyorum. Sonra derdime derman, kanımda bir damla cesaret bulamayınca başlıyorum taşlardan ve gölden bir teselli, bir umut bulmaya.
Ve elime aldığım üçbinyetmişdördüncü taşı da göle atarken seviyor diyordu bütün yüreğim. Sonra üçbinyetmişbeş sevmiyor diyordu ve tekrar üçbinyetmişaltı seviyor…

Bir umuttu benimki, bitmesini istemediğim. İşte bu yüzden sonu hiç gelmesin taşların, umudum hiç bitmesin. Elimdeki her bir taşı atarken sonsuzluk emsali göle, soruyorum kalbimi ağrıtan o soruyu:

      O da beni seviyor mu?

      Nejla TİRYAK
      Sınır Dergisi / Sayı 7 / Mart Nisan 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder