Dergiyi takdim etmede çok acele ediyorum. Kireç tutan ütümün, temizlenmesi için girdiğim dükkanın kasasında para kalıp kalmadığını hesaplamayarak bir hoş sohbetin akabinde dergiyi uzatma gafletinde bulunuyorum. Uzattığım dergiyi, “hocam camiilere çok yardım ediyoruz” cevabından da anlamam gerektiği gibi kasası benden daha önce dükkana intikal etmiş hayırseverler tarafından boşaltılmış olduğundan maddi anlamda bir karşılık bulamamanın hüznüyle, duvarları sözlerle süslü dükkanın masasına hediye olarak bırakıveriyorum. Duvarı özlü sözlerle süslü olması edebiyat sevdalısı olduğunu göstermediğini öğrenmekle beraber en çok duvarlara nakşedilenin, duvara nakşedene yansıması gerektiği noktasında yanılıyorum.
Ne çok anı süslüyormuş birçok hayata dahil olmuş ve olmaktan geri durmayan Sınır. Taşrada çıkmak zormuş be sevgili dergim! Sözün bundan sonrasında Sınır’a sesleneceğim, başımdan boca ettiği anıları hatırlatarak.
Sevgili Sınır, matbaadan koli koli yüklenip bize geldin yoğun kâğıt kokusuyla. İlçede bir yerlerde kendini teşhir etmen gerekti sonra. Bir büfede aldın soluğu ve dizildin büfenin gazete ve dergi satılan raflarına. Dizildiğin yerde buhar oldun ve bir daha da senden haber alamadık Sınır! Çok mu sahipsiz koyduk seni bilmiyorum ki. Kaybolmandan yana günahımız varsa affola Sevgili Dergim!
Seni, ellerinden tutup dükkan dükkan gezmeye başladık sonra. Ara sıra alışveriş yaptığımız bir markete girişimizi hatırlıyor musun? Market sahibinin elinde evrilip çevrilip para edip etmediğin uzun uzun mütalaa edildikten sonra “- yönünüz nedir?” diye ağır bir soru yöneltilmişti ya bana. O soru karşısında vuramadım seni bir yöne, bu kadar dağılmışlıkla dururken ellerimde. Seni anlatmaya başladık sonra çaresiz ve seni anlattıktan sonra “- dergi okuyacak zamanımız yok” cevabını alınca, nasıl da atılmıştın kollarıma. Bir yön çizememenin ve bir yönde olamamanın yetimisin Sınır!
“Durun ve vazgeçin çıktığınız bu yolculuktan, yakınken daha döneceğiniz yol” hükmünde karar kılmışken sevenlerimiz, neyi mırıldanmalıyım çocukların ulaşamayacağı yerde kanayan ayrılıklara… Sınır; sadece iki hece anlaşılmayasın diye, tüm gayretimi çoğaltmakta buldum isim telaffuzunda… Birken bin olman uğruna kapıldığım aceleciliği, sığındığım iki heceyi çoğaltmadaki kurnazlığıma ver ve bağışla beni.
Sevgili Sınır, hayatın mütevazi bir köşesinde durmanın sancılarını çekiyorsun. Kafanı uzattığın kapıdan girme tereddüdü yaşadıkça daha oturmadan oradan çıkma ihtimalini yükseltiyorsun sadece. Bu mevsimde okuyacak zamanı olmayan kişilere de selam dur, camilere yardımda en önde durduğunun iddiasında olana da… Ve sevgili dergim, kaybedildiğin(!) büfelere de daha kaybolmadığını hatırlat ara sıra ne olur…
Lütfi DEMİR
Sınır Dergisi / Sayı 5 / Eylül Ekim 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder