bir tek filtresiz tekel sigarası bilir kardeşliğin adaletini
söylemeden geçmeyeyim dedim
bir de bıyıklarımızın arasına tozları karışmış kitaplar
kardeş kardeş araladığımız kitapların arasında beynimize akan o nehir
bilmezlerin yasak eylediği o kitaplar
kavganın en mavisini ve en merdini öğrendiğimiz kitaplar
sigaramızın ve tespihimizin nazar boncuğu kitaplar
mevsim hazandı
aylardan eylül
yapraklar tutundukları daldan sararmaya yüz tutmuştu
henüz rüzgâr ayrılığın şarkılarıyla besliyordu onları
kim bilir bir güneş görecek kadar yaşayacaktı bazısı
evimizin önündeki kavak tez sarardı
sonra akasya
elma meyvesini daha etleyememişti
gece kara çarşaf gibi çöktü ülkeye
karanlığı yol bilmiş ferman düştü yollara
söylemeden geçmeyeyim dedim
bir de bıyıklarımızın arasına tozları karışmış kitaplar
kardeş kardeş araladığımız kitapların arasında beynimize akan o nehir
bilmezlerin yasak eylediği o kitaplar

sigaramızın ve tespihimizin nazar boncuğu kitaplar
mevsim hazandı
aylardan eylül
yapraklar tutundukları daldan sararmaya yüz tutmuştu
henüz rüzgâr ayrılığın şarkılarıyla besliyordu onları
kim bilir bir güneş görecek kadar yaşayacaktı bazısı
evimizin önündeki kavak tez sarardı
sonra akasya
elma meyvesini daha etleyememişti
gece kara çarşaf gibi çöktü ülkeye
karanlığı yol bilmiş ferman düştü yollara
karanlığı yol bilmiş ferman düştü yollara
deli bir yerinde uykunun alıp götürdüler çocukları.
haki parkaları, ispanyol paçaları ve favorileriyle
zindanlar en barbar zaman dilimindeydi
rutubetli sonbaharın hüzünlü türküleri düştü akıllara
ağrılar-yaralarla devrimci marşları istikametinden sektirilmeye çalıştılar
düşünmenin diğer yakası ölüm
çarpıştılar vuruştular bir tek bedenleriydi silahları
“teke tek döğüşte yenilmediler”
bir tütündü acılarına derman
üç kibrit çöpü alevi
bir de akıllarında kalan şiir parçaları
olsan da şimdi ıslansaydık biraz
gözlerimizden aşağı
dudaklarımız dişlerimizin engelinden taşısaydı sloganları
çarpmadık dağ yavrusu
yankılanmadık okyanus kalmasaydı
zincirleri taşısaydık tarihlerin ayaklarından
her bir halkasına pas tutmayan tutkular anlatsaydık
yüreğimizin çelik potasında sakladık
aşkı
biz gideli kitaplarımız toprağın gömüsünde
kulağımızın dingisi kasetler
taş duvarların en zula yerinde
asılsın diye çocukluğumuz büyütüldük
kitaplarımız yakıldı
sayfalarının arasında gezindik
zindana kafa tuttuk
giderken darağaçlarına alnımıza şafak çarptı
başımız düşmedi öne
kitaplarımızı beynimizin mavisinde çoğalttık
tepeden tırnağa biz
toprağa gömülen kitap biz
kaç mevsim geçmiş
dala tutunan yaprak
ve yıllar uzun anlatıdır
iniltidir
yorgunluktur işkence sonrası
ve tütün
ve biz
aşka inandık
**************************************
deli bir yerinde uykunun alıp götürdüler çocukları.
haki parkaları, ispanyol paçaları ve favorileriyle
zindanlar en barbar zaman dilimindeydi
rutubetli sonbaharın hüzünlü türküleri düştü akıllara
ağrılar-yaralarla devrimci marşları istikametinden sektirilmeye çalıştılar
düşünmenin diğer yakası ölüm
çarpıştılar vuruştular bir tek bedenleriydi silahları
“teke tek döğüşte yenilmediler”
bir tütündü acılarına derman
üç kibrit çöpü alevi
bir de akıllarında kalan şiir parçaları
olsan da şimdi ıslansaydık biraz
gözlerimizden aşağı
dudaklarımız dişlerimizin engelinden taşısaydı sloganları
çarpmadık dağ yavrusu
yankılanmadık okyanus kalmasaydı
zincirleri taşısaydık tarihlerin ayaklarından
her bir halkasına pas tutmayan tutkular anlatsaydık
yüreğimizin çelik potasında sakladık
aşkı
biz gideli kitaplarımız toprağın gömüsünde
kulağımızın dingisi kasetler
taş duvarların en zula yerinde
asılsın diye çocukluğumuz büyütüldük
kitaplarımız yakıldı
sayfalarının arasında gezindik
zindana kafa tuttuk
giderken darağaçlarına alnımıza şafak çarptı
başımız düşmedi öne
kitaplarımızı beynimizin mavisinde çoğalttık
tepeden tırnağa biz
toprağa gömülen kitap biz
kaç mevsim geçmiş
dala tutunan yaprak
ve yıllar uzun anlatıdır
iniltidir
yorgunluktur işkence sonrası
ve tütün
ve biz
aşka inandık
**************************************
Eylül sırrında
Ölürsem aldırma anne! Kitaplarıma oğlunu teslim ettim. Onlara hasretine yetecek kadar kokumu bıraktım.
Kaç kez desen de “onlar adamı anarşist eder uzak dur”
Durulmuyor anne.
Şimdi elim kelepçeli, iki tarafımda iki jandarma, biri dayımın oğlu Nusret’e çok benziyor, en çok ta o hırpalıyor beni, kelepçe de senin kundakladığın gibi sarmıyor, sıkıyor, morartıyor, çocukluğumu unutturuyor.
Birazdan senin oğlunu değil, o kitapların anarşist yaptığı adamı işkenceye götürecekler anne. Dün gece Filistin askısındaydı. Görsen! Kitapların ne masum olduğunu anlardın. İlk defa rezil bir uyku titrekliğini yaşadım.
Sigara içmemi de istemezdin. Derdin ki “adamı hasta eder”
Buradaki hasta ruhlu adamları ve hastalıklarını görsen sigaraya babanmış gibi sarılırsın. Annenmiş gibi sarılırsın. Şimdi bir sarımlık tütün çekimi ve ondan yükselen dumanı senin yaptığın yemeklerin üstünden çıkan buhar gibi, yükselen koku gibi çeksem içime, tatsam, yesem ve doyasıya ağlasam inanırsın bana.
İnanırsın ki anarşist dediğin insanları da anlarsın.
Anne, burayı sana anlatmak zordur. Ama ben on bir eylülde doğmuştum, on iki eylülde ölümüme kast ettiler desem fikrine ince bir mesaj düşer belki.
Çünkü insanı kemiğine kadar bükmek istiyorlar, ruhuna kadar eğmek.
Ama iskeletim yerinden çıksa çatırdasa bütün kemiklerim yine de eğilmeyeceğim. İşte ben böyle bir anarşistim anne.
Sütün geçmiş kemiklerime. Ruhuma lorinlerin inmiş. Bırak kalsın anne.
“kökünü beğenmeyen dal ve dalını beğenmeyen meyve, olgunlaşmadan çürür”
Bu veciz söz eylül sabahlarında dallarından düşen yapraklar için söylenmiştir anne. Hani korkaklığın marifet olduğunu kabul eden ve dalından kopup toprağın ve rüzgarın bıraktığı yerde çürüyenler için söylenmiştir.
Bırak içimdeki nehirler taşsın. Buradan yüreğine bir yol olsun yazdıklarım. Okur da biri bu mektubu sana, tülbentinle gözyaşlarını silme! Bırak yüzünün kırışlarına kapılıp gitsinler.
Ölürsem aldırma anne!
Kitaplarımı sakla koynunda. Onlar beni sana getirecektir her eylülde.
Her mevsim getireceklerdir sana beni. Onun için onları sakla. İşkence adamı nasıl öldürürse nem de kitapları öldürür. Kelepçe- pranga adamı nasıl bağlarsa okunmamak ta onları prangalar. Gelecek çocuklarına okut. Tozdan, rutubetten koru onları.
Yarına yara-bereler içinde uyanabilirsem sonbahar rüzgarlarının kollarında savrulan yaprağın kimsesizliğini hissetmemeye çalışacağım. Çünkü bu rüzgar burada durulmuyor anne. Öbür gün içinde bir fırtına koparırlar keza. Mesela üryan ve yürüyüş adımlarıyla dolaştırmayı insanlıktan sayıyorlar. Üstüne marş okumayı.
Yarına diyorum eğer ağrısız uyanırsam gelecek ağrılara hazırım demektir. Ama yarına uyanabilirsem çünkü uyuyacağım kesin değil.
Oysa uyusam diyorum, bir rüya görecek kadar ya da bir hayal kuracak kadar.
Memleketimde bütün insanlar özgür, bütün insanlar mutlu.
Sımsıcak bir çay içermişim üstüne. Sigara dumanı hayınca yuvalanırken ciğerime. Bir ezginin beşiğinde sesimden bir ses daha çıkarırcasına söylesem “Tutam yar elinden tutam. Çıkam dağlara… Dağlara”
Rastlarsam Zap Suyu’nda olta tutan bir köylüye, desem “Balıklar da özgürdür bundan böyle.”
Sular akarken onlar yüzecek…
Özgürce…
İrfan SARI
Sınır Dergisi / Sayı 5 / Eylül Ekim 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder