Dışarıda tutulduğu için, içeride karanlıkları özenle büyütenlerden hıncını almak istercesine yanıyordu güneş…
Elektriklerin kesilmesiyle, ütülenmesi henüz tamamlanmamışken, alelacele giyilmiş kırışık bir gömleği andırıyordu suratı…
Sokakta yürüyen adam, kaybettiği kadını bulamadığı için, şehrin küçük olmasını suçluyordu… Belki şehir büyük olabilseydi, onu aramak daha uzun sürebilirdi…
Onu bulacağından umudu kesmişti, ama aramak bu kadar kısa sürmemeliydi…
Yollarda binlerce insanın olması, milyonlarca ihtimal sayılacaktı…
Ama yürüdüğü sokaklarda bütün yüzler tanıdıktı ona. Ve onu tanıyan yüzler, şüpheyle bakıyorlardı kendisine…
Ufosunu müsait bir yerde park edip, parasının beş bölü bilmem kaçıyla kavrulmuş fındık almaya çıkmış bir yaratığa bakar gibi süzüyorlardı onu…
Şüpheleri bazen o kadar çoğalıyordu ki, adamı, içindeki esrardan dolayı fünyeyle patlatmayı düşünüyorlardı.
Henüz hiçbir kamerasına el sallayamadığı hayatın, ona garip şakalarından birini yaptığını sanıyordu… Yalnız bırakılmıştı… Kadın giderken, yollar da düşmüştü ardına…
Bu yüzden arkasından koşamamıştı… Gideceği bir yeri olmayabilirdi insanın, ama gidilecek bir yolunun dahi kalmaması en kötüsüydü…
Güneş daha gökteydi…
Oda sıcaklığında muhafaza edilen ayrılıklar, çocukların ulaşamayacağı yerlerde kanıyordular.
Ne zaman başladığını bildikleri ama hangi zaman son bulacağını tahmin edemedikleri bir savaşa oğul göndermeye devam eden şehrin ahalileri, mektup bekliyorlardı, gelmesinden korktukları haberin diliyle yazılmamış olan…
Güneş daha gökteydi…
Çıplakken bile kendileri kalamayanlara, yasaklanıyordu maskeyle baloya girmeleri.
Ülkede neden bu kadar çok hırsız var? diyordu biri… Cevaplıyordu öteki; birileri yıllardır “Bölemezsiniz” demekten fırsat bulup “Çarpamazsınız” diyemedikleri için!...
Yalnızca öldürülenlerin haber yapıldığı gazeteleri okuyordu insanlar. Ve bizler yaralıları hiç tanımadık, yayın akışı gereği!
Güneş daha gökteydi…
Kadının birini ruhsatsız öpüştüğü için mühürlemeye geliyordu zabıtalar.
Bir kitabı ikinci defa okuyordu genç adam, ilk okuduğunda kadının biri ölmüştü Petersburg ayazında, dönmüş olabilir miydi ölmekten?
İntihar süsüyle tamamlıyordu aksesuarını gece, cinayetin işleneceğini caddelere çıkmaya hazırlanıyordu…
Yeni bir kurgudaydı bir insan, aşk olmasını istediği… İlk sızısına söylemiş olduklarını hatırlayabildiği kadar sevebiliyordu bir sonrakini! Dikkat etmesi gereken sadece isim telaffuzu!...
Zazaca bir şarkı geliyordu çok uzaktan…
Güneş tören adımlarla terk ederken göğü, hovarda bir ayın tahta geçmesini naralarla kutluyordu ayyaşlar…
Yatağından sıçrıyordu, tüm gün ekmek kavgası arenasında dövüşmek zorunda kalanlar, kâbus sanıyordular, oysa uykunun yarayı sardığında bastırdığı gazlı bez, yakıyordu canı…
Mahsum ORAL
Sınır Dergisi / Sayı 5 / Eylül Ekim 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder