Dolgun saçlı
kıza;
O
|
,
sokağın başında görülür görülmez; mahallenin hayatta kalmayı başaran tüm
köpekleri havlayarak O’nun yanına koştu. Adam, etrafını saran köpeklerle göz
göze gelmeden bisikletini çöpün yanında durdurdu. Bisikletinden inen adam çöp
kutusunun kapağını açarken, İçinde acaba kedi var mıdır, diye bir an düşündü.
Şanslıydı, çöpün içinde ne sokak kedisi ne de Schrödinger’in kedisi vardı. İçi
rahat bir şekilde çöpü karıştırmaya başladı.
Elleri bir mikser misali çöpü alt üst eden
adam, şu koca şehri sabahtan akşama tavaf eden yüzlerce çöpçüden sadece
biriydi. Onlar parasını taştan değil, çöpten çıkaranlardandı.
O sırada sokaktan geçen insanlar O’na yarı
korkulu yarı acıklı gözlerle bakıyorlardı. Bu bakışlara alışmış, bu bakışlara
karşı bir nevi bağışıklık kazanmıştı. Oysa köpeklerin bakışları öyle miydi?
Köpekler açısından O ve meslektaşları Köpekler Cenneti’nden gelen meleklerdi.
Bu kadar farklı kokuyu üzerlerinde taşıyabilen bu adamlar mutlaka “yücelerden”
gelmiş olmalıydılar. Bitmeyen dondurma gibiydiler. Kokla kokla hiçbir zaman
üstlerindeki kokular tükenmezdi.
Her santimetrekarelerinde, özellikle elleri
ve kollarında yüzlerce şeyin kokusunu barındırmaktaydılar. Köpekler için o
kokular kaosunda her bir kokuyu bir diğerinden ayırt etmek, bir insanın
gazetelerdeki “iki resim arasındaki yedi farkı bulun” tarzındaki bulmacaları
çözmesinden farksızdı.
Çöp kutusunda bulduğu birkaç işe yarar şeyi
(plastik şişe, kola kutusu) bisikletinin önündeki kasaya fırlattı. Bugün işler
kesat, dedi. Ondan çok daha önce bir çöpçü bu sokağa uğramış olmalıydı. Onu bir
yakalarsam ile başlayan uzun bir cümle kurdu ve çöpün kapağını kapattı.
Etrafında fır dönen köpekler O’nun sinirlendiğini anlamış olmalılar ki, ses
telleri el verdiğince yüksek perdeden havlıyorlardı. Köpeklerin havladığı
sokakta oturan ve köpeklerin ısrarla havlamasının deprem belirtisi olduğunu bir
yerlerden okumuş olan panik ataklı bir genç, küçücük odasında korkular
girdabına yakalanmıştı. Ya deprem olursa ya deprem olursa, diye sayıklayarak
ecel terleri dökmekteydi.
Kendisinden önce o sokakları gezen çöpçüye
içinden küfürler eden bizim çöpçü köpeklere bir selam bile vermeden bisikletine
atladı ve yan sokağa doğru yol aldı. “Bari şerefsiz orayı gezmemiş olsa.” diye
umut ediyordu.
Köpekler hüzünlü gözlerle ardından bakarken
çöpçü diğer sokağa kıvrılan yolda gözden kayboldu. Boyunları eğik köpekler tam
çöpçüyü unutmaya başlamışlardı ki çöpçünün birkaç saniye önce girdiği sokaktan
acı bir fren sesi geldi.
Akıllarında “acaba”larla olay mahalline
koşan köpekler korktukları gibi biricik çöpçülerini yerde kanlar içinde görmediler.
Sokağa fazla hızlı giren bir araba az kalsın bizim ve köpeklerin çöpçüsünü
altına alacaktı; ama yirmili yaşlardaki şoför son anda frene basmış, son model
arabası da kendisinden bekleneni yapıp zınk diye durmuştu. “ABS sağ olsun.”
demişti şoför yanındaki kız arkadaşına. “Babam boşu boşuna o kadar para dökmedi
bu canavara.” diyerek direksiyonu okşamıştı.
Ölümden kıl payı kurtulan çöpçü hiçbir şey
olmamış gibi yoluna devam etti. Ama bisikletinin pedallarını çevirmeden çok ama
çok önemli bir şey yaptı: Esnedi. Sabahtan beri çöplük içindeki şehri sokak
sokak dolaşmaktaydı. Hayır, buna dolaşmak denilemez. Dolaşmak eğlencelidir.
Taban tepmişti. Hayır, taban tepmemişti; çünkü bisikleti vardı. Neyse ne,
şehrin sokaklarını bisikletiyle eskitmişti. Evet, eskitmişti. Hem yollar hem
bisiklet tekerlekleri hem de çöpçünün kendisi her an eskimekteydi. Eskimeyen
veya yıpranmayan tek şey şu an’ı - o an’la ayıran zamandı.
Biraz önce az kalsın bir insanı ezecek
olmasına rağmen gayet rahat olan genç şoförün yanında oturan seksi bayan, genç
şoförün son model kırmızı arabası geçen yüzyılın teknolojisine sahip çöpçünün
bisikletinin yanından geçerken çöpçünün esnemesine şahit oldu. Bilirsiniz,
esnemek bulaşıcıdır. Eğer gözlerinizin önünde bir insan evladı ağzını sonuna
kadar açar, “Haaa” diye esnemeye özgü o garip sesi çıkararak esnerse ve siz de
bu görüntüye maruz kalırsanız, esnememeniz imkânsızdır. İsterse esneyen ağzını
kapatsın, siz o kişinin esnediğini görür o esnetici sesi duyar ve bazı
kişilerde olduğu gibi gözyaşlarının gözlerden yanaklara doğru akışını
görürseniz esnersiniz. İşte bu kadar basittir.
Arka camında “Babam Sağolsun” yazan arabanın
içindeki bayan yukarıda detaylı bir şekilde anlattığımız eyleme tanık oldu ve
esnedi. Ama ne esneme! Esnerken ağzını o kadar çok açtı ki çenesi kıtırdadı.
Kadının küçük dilini dahi görebilen yirmili yaşlardaki şoför- hani çöpçüyü
ezecek olan- kadına döndü ve “Ağzını kapat, yoksa ağzına bir şeyler girer.”
dedi. “Sinek mi?” diye soran kadına cevabı buraya yazamayacağımız kadar
müstehcendi.
Binlerce arabanın arka arkaya dizildiği ana
yola giren son model kırmızı araba trafik sıkışıklığının küçük ve değersiz bir
parçası oldu. Şu anasını sattığımın trafik sorununu bir türlü çözemediler,
diyen genç şoför eve ne zaman varırım diye düşünürken; saniyenin onda biri gibi
kısa bir süre içinde rahat yatağına yattığını hayal etti. Yatağın hayali,
yorgunluk ve yanındaki kadının beş dakika önceki esnemesi beyninde bir araya
gelince tahmin edin ne oldu? Evet, bildiniz: Esnedi.
O anda kırmızı arabanın hemen solundaki halk
otobüsünün içinde, kırmızı arabaya hayranlıkla bakan ve “Keşke şöyle bir arabam
olsa.” diyerek ah çeken üniversite öğrencisi ister istemez kırmızı arabanın
genç şoförünün esnemesine göz misafiri oldu.
Henüz birkaç hafta önce üniversitede
tanıştığı kız hemen önündeyken ve kızın şefkat dolu gözleri onun gözlerini
ararken, kızın gözleri yerine arabaya bakarak günah işleyen üniversiteli genç,
belasını esneme zincirinin bir kurbanı olarak buldu.
Ceza şöyle gerçekleşti: Ağzını sonuna kadar
bir timsah misali açan -gerçi timsahlar
sadece üst çenesini hareket ettirebilir- kırmızı arabanın şoförünün esnemesini
gören üniversiteli genç bir umutla gözlerini o sahneden kaçırdı; ama her şey
için çok geçti. Bir kez esneme mikrobu ona da bulaşmıştı.
Hemen
yanında onun gibi ayakta duran dolgun saçlı kızın lensli gözlerine bakarak
esnemekten kurtulmaya çalışan genç, ne yazık ki tam kızın gözleri önünde ağzını
bir gergedan gibi açarak esnedi. Otobüsün ani hareketleri sonucunda düşmemek
için iki eliyle sıkı sıkı demire tutunduğundan ötürü zamanında ağzını
kapatamadı. Gözleri önünde hayvan gibi ağzını açan gence birkaç saniye önce
hayranlıkla bakan dolgun saçlı kız, çocuğun arka dişlerinin dolgularla dolu
olduğunu, diğer dişlerininse çürük ve sarı lekeler içinde kaybolduğunu gördü.
Ve doğal olarak o saniyeden sonra bir daha o
gence aynı şefkatli gözlerle bakamadı. Onu ne zaman görse aklına dolgulu ve çürük
dişler geldi. Böylece bir aşk doğmadan ölmüş oldu.
Ruhşen Doğan NAR
Sınır Dergisi / Sayı 8 / Mayıs Haziran 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder