“Kısa öykü, gücünü yer vermemekten alır, hüneri
indirgemekte yatar....kısa öykü yazarı için ima etmek, açıklamaktan daha
önemli, yer vermemek vurgulamaktan daha içeriklidir.”
(Wolf Dietrich Schnurre)
G
|
ünümüz
edebiyatının etkin türlerinden birisi de hiç kuşku yok ki, öykü. Bu
yoğunlaşmanın içerisinde belirgin olarak göze çarpan bir çeşitlilikten
bahsedebiliriz. Genel anlamda sürdürülen Klasik
öykü ve anlatı serüveninin yanında
Kısa öyküler; Bir Dakikalık öyküler, Şiirsel öyküler gibi adlandırılmalarla
ortaya çıkan yeni, deneysel çalışmalarla karşılaşıyoruz. Klasik öykü türünde
bulunan kimi özelliklerin yerini, daha başka tutumlar ve arayışlar alıyor bu
deneysel çalışmalarda: Otomatik Bilinç
Akışı, Durumun İçinde Kalarak Anlatma, Çevreden ve Olay Örgüsünden Soyutlanmak,
Tek Bir Bakış Açısına Sabitlenmek, Tekil Kişiliklerle Anlatma vb. gibi.
Modern dönemlerle
birlikte toplumsal hayatın ve bireylerin giderek parçalanması, uzmanlık
alanlarının artması, bütünden çok parçanın etken olması nedeniyle, yaşamın tüm
alanlarında görülen hızlanmalar içerikleri de kısaltmıştır. İçerik dolaysız
olarak biçime yansımıştır. Yazın hayatında da kendi yapısını oluşturmaya
başlayan, kısa içeriklerle, geniş anlamlara
işaret etmek gibi deneysel çalışmalar artmıştır. İçerik ve biçim olarak
kısa, derin, anlam katmalarıyla dolu bu yeni anlatının oluşmuş kuralları henüz
ortada yok. Kimi dil içi belirlemeler oluşmuş olsa da, bunlar bütün olarak
metni açıklayabileceğimiz yaklaşımlar sunmuyor henüz. Deneysel bir süreç olarak hem bizim, hem de
dünya edebiyatının ilgi duyduğu bir arayış olarak karşımıza çıkıyor, kısa
içeriklerle, kısa biçimlerle genişliği zamanları işaret etmek.
Bu ve benzer çalışmalara, Durum öyküleri ya da Kısa Öyküler diye yaklaşımların giderek
olağanlaştığını görüyoruz. Dahası anlamda, anlaşılabilirlikte, zamanda, çevrede
kendine oldukça dar, kısa alanlar seçen bu yeni öykü-anlatı türü içerisinde birey öne çıkıyor. Ancak bireylerin
diğer bireylerle geliştirdiği süreçler kadar, bireyin kendini adadığı
yalnızlık, yabancılaşma, kişilik parçalanmaları, toplumsal sınırlardan,
yerleşik ilişkilerden kaçış da oldukça öne çıkıyor.
Kısa öykünün
kahramanları toplumsal statüde ideal kişiler olabileceği gibi, toplumdan
dışlanmış kişiler de olabiliyor. Kısa öykü kahramanları her koşuldan, yaşam
biçiminden ve statüden gelmektedir. Kahramanların ortak noktasını, olayları
olağandışı durumlara taşımaları belirliyor. Buradaki olağandışlılık öykü kahramanlarını her durumda bir olasılıkla
çıkarıyor okurun karşısına.
Yazarın, kısa öyküye nasıl bir başlangıç
yapacağını kestirmek pek mümkün olmayabilir. Sıklıkla karşılaşabileceğimiz
sıradan durumların içerisinde metin kahramanlarını görmek mümkün olsa da,
kahramanların kısa öyküye taşıdıkları gerilimler, bilinmezlikler, boşluklar,
olasılıklar, zaman atlamaları metni dramatik bir yapı olarak karşımıza
çıkartır. Yani öykü kahramanlarını nasıl bir sonun beklediğini kestirmek
olasılıkların içerisinde kalıyor.
Kısa öykü kahramanları çoğunlukla
rastlantılarla hareket ederek, metnin gelişimine direk ya da dolaylı olarak
katılıyorlar. Böylelikle bilinç akışının yerini bilinçaltı ya da bilinç dışılık
alıyor ve metinde olmayanların duyumsatılması sağlanıyor. Bilinç akışının
dışındaki durumlar; ani sıçramalar,
soyutlamalar, etik ve estetik açıdan yerleşik olmayanlar anlaşılabilirlikten
koparak, kendilerince üst-iç-alt-yan
ya da yabanıl anlamlar oluşturup,
metnin esas kurucu unsurları oluyorlar.
“Kısa
öykü, varoluşsal bir durumu ortaya koyması ve bir yaşam bunalımını
anlatmasıyla, diğer türler içerisinde en çok drama yakındır. Sınırlı sayıda
kişinin çevreden yalıtılmışlığı, temsil edilen olayların azlığı ve özenle
tasarlanmış kuruluşu, tek bir olaya yoğunlaşma ve bu olayın canlı sahnelerle
anlatılması... kapsadığı zamanın kısalığı, kısa öyküyü diğer epik biçimlerden
ayırır ve drama yaklaştırır.” diyor Erna
Kritsch Neuse.
Diğer yandan; “Kısa öykü için hiçbir tanım kalıcı olamamıştır. İlk kısa öykü
yazarlarından Edgar Allan Poe’yla en
yeni öykü yazarlarından Katherina Anne
Porter arasında geçebilecek bir konuşmaya kulak misafiri olsaydık, şunları
duyabilirdik: Poe: ‘Ama sevgili
hanımefendiciğim, sizin öykülerinizde konu yok.’ Porter, ‘Sizin öykülerinizde de sevgili beyfendiciğim, konudan
başka bir şey yok.” diye düşsel bir tartışmayı aktarıyor J.E. Miller. Bu düşsel kurgudan da
anlaşılabileceği gibi Kısa öykü, kendisini tanımlama konusunda bize çok açık
bir alan bırakmıyor.
19.yy.da, özellikle de Poe’nun metinleriyle başlayan Kısa öykü tartışmaları, daha çok Kısa
öykünün seçtiği konular üzerinden yapılmıştır. Kısa öykü tarihinin de ilk
tartışması içerik üzerinden yapılmıştır. Bu nedenle anlatımdaki kısalık içeriğe
ait olan bir kısalıktır. Bu tartışmalara Gogol
öykülerini, Çehov öykülerini,
kimi Puşkin öykülerini de
ekleyebiliriz. Ancak 20.yy.da Kısa öyküde konu daha arka plana sarkmış,
tartışmalar ise metnin indirgemeciliği ve
yervermemesi üzerinden yapılmaya
başlamıştır. Bu yeni durumu, konunun giderek gücünü yitirmesi, biçimin ise
giderek güçlenmesi olarak da yorumlayabiliriz. Kısa öykü kendisini belirli bir kısalık, yoğunluk, arka plan metinleri,
fiziki zaman-içerik zamanı-psikolojik zaman ve birlik üzerine inşa ediyor.
Kısa olarak anlatmak, ya da bir durumu
anlatmak modern yazının sadece biçim denemesi olarak tanımlanamaz. İçeriksel
özellikler de taşıyor bu tür anlatılar. Yazarın yalınlığı giderek öne çıkarken,
klasik anlatı unsurlarının kimi temel özellikleri terk ediliyor. Tasvirin,
izleğin, diyaloğun, çevrenin, dolaylamanın, açıklama katarak anlatmanın önemi
azalıyor. Kısa öyküde bu özelliklerin yerini alan nedensellik, Klasik öyküde aranan, varoluşun ve hayatın
gerçeklerini yazmayı üstleniyor. Aynı zamanda nedensellik kısa anlatıların hem bireysel, hem de toplumsal bakış
açısını yansıtıyor. Nedensellik toplumsal bir alanı, bireysel-toplumsal bir
problemi, bastırılmışlığı, kışkırtılmışlığı işaret etmekle kalmıyor, aynı zaman
da işaret ettiklerini kendisinde de taşıyor. Tüm bu problemler kısa anlatının
içeriğine dönüşüyor. Kısa anlatı da yoğun olarak gözlemlenen içe çekilmiş
eylemlilik, (intihara hazırlık, toplumsal alanı terk etme, başkaldırma, susma,
isyan etme vb.) nedensellikleri oluştuğu için, okura bir içerik sunuyor. Bu
içerik insan yaşamının kesitlerinden, insani gerçekliğin durumlarından
oluşuyor.
Kısa anlatının araçları belirli bir kısalık içerisinde görülüyor. Metnin fiziki boyutu,
imgeselliği, metnin içerik zamanı, metnin psikolojik zamanı, dolaysızlığı, bir
durumun içinde kalışı hep belirli bir kısalıkla gerçekleşiyor. Araçlarıyla ve
amaçlarıyla bütünlüğünü kısalıkla gerçekleştiren bu anlatı biçimi, tümüyle
gündelik yaşamın içerisindedir ve nedenlerle ilişkilidir. Nedensellik kısa
öyküde hem gerçekçi, hem de gerçeküstü bir tutumdur. Kısa anlatıyı diğer
gerçekçi anlatı türlerinden ayıran en belirgin özelliği, kısa anlatının gerçekliği
mülk edinmemesinde yatar. Bu durum ise gerçekle gerçeküstünü iç içe geçirir.
Birini diğerine üstün tutmadığı için, nedenselliğe dayalı bir “durumun anlatısı” her iki biçimde de meşrudur.
Kısa
anlatı tarzı gerçeğin algılanmasını, gerçekliğin kendisi olarak tanımaz.
Bambaşka bir yol izleyerek üstü örtük olanın, ya da üstü örtünmüş olan gerçeğin
açığa çıkartılmasının peşine düşer. Kısa öykünün şaşırtıcı özelliği de buradan
gelir. Derdi, görünür ve somut gerçekliğin içerisinde kalan, görünmeyen ama sezgisel
olarak duyumsanan gerçeğin kodlanmışlığını çözmek, ya da bastırılmış,
kışkırtılmış anlam katmanlarını ortaya çıkarmaktır. Klasik anlatı ise gerçeği
mülk edinerek, gerçekliğin içinde kalır, görünür gerçekliğin dışına çıkmaz. Bir
sorunu ya da olayı okura kurgu yoluyla duyurur ve işini bitirir. Görünür
gerçekliği parçalamaya yönelmez, gerçeklikle girdiği ilişkide, anlatının
sınırlarını yine gerçeklik belirler. Böylelikle gerçek, klasik anlatı
içerisinde dondurulur, gerçekle anlatı birbirini mülk edinir.
Kısa öykü yapıcı değil aksine
yıkıcı bir türdür. İlk saldırdığı yer sıradan, gündelik dil ve anlamlardır. Bu
nedenle de kısa anlatı türü yaygın dile, yaygın yazmaya, ya da yayarak yazmaya olanak
vermez. Diğer yandan Kısa öykü nedenselliği
(yani içeriksel gerçekliği) önce anlamaya sonra da onu terk etmeye yönelmesi
için her defasında okura kapalı bir zarf uzatır. Bu zarfın içindekini merak
eden her okur, bu zarfı açmak zorundadır. Ve zarfın içinden çıkacak olanın ne
olduğunu yazarın bile kesinlemelerle söyleme şansı yoktur. Okur katmanlardan;
iç, yan, üst ve soyut anlamlardan oluşmuş -bu nedenle de tek bir bakış açısıyla
kavranması olanaksız gözüken- bir içerikle karşılaşacaktır. Kısa anlatının
nedenselliğe dayalı özgünlüğünde varolan, durumun
anlatılması içeriği -ya da bir durumun
öyküsünü- oluştururken, yine fiziki ve içeriksel zamanının kısalığı da
biçimini oluşturuyor. Kısa öykünün estetik yapısı ve gücü her koşulda
kısalıktan, yani hem biçiminden hem içeriğinden oluşuyor. Çoğu zaman ise
biçimden içeriğe doğru yol alan bir durum çıkar ortaya. Kısa öyküde, “Biçim, içerik için bir çalışma alanıdır”
da denilebilir. Okuru önce metnin biçimi karşılar, sonrasındaysa bu biçimden
içeri giren okuru anlam katmanları karşılar. Metnin edindiği kısalığa dayalı
olarak da ortaya çıkan yapı “biçem”dir.
Bu biçemi olabildiğince kısa bir içerik zamanı, kısa bir biçim zamanı ve
olabildiğince derin bir psikolojik zaman oluşturur.
Biçemin bütünlüğü
içerisinde yazar bir nevi düşünmeye, zihin çalıştırmasına zorlar okuru. Okurun
kolaycılığına da bir eleştiridir bu biçem. Okur, Kısa öyküde birbirine bağlı
olan kapılardan geçebilmek için bir dizi yaratıcı girişimde bulunmak zorunda
kalır. Kısa metnin içeriğindeki dramatikliği keşfetmek için bu çalışma
zorunludur. Kapıların giriş şifrelerini çözdükçe biçim olarak kısa, anlam
yüklemeleri açısından çeşitlilik gösteren, psikolojik derinlik ve duygusal
değer taşıyan bir yapıyla karşılaşacaktır okur. Bu kısalığın içerisinde
yoğunlaştırılmış halde bulunan yapı karşısında ilerlemesinin hızlı
olamayacağını görecektir. Metin
içerisinde dinlemek, durup düşünmek, zaman zaman da geriye dönüşler yapmak
zorunda olduğunu anlayacaktır. Böyle bir durumda okur, önüne serilen derinliği
ya hemen terk edecektir (böyle okurla yazarın zaten her hangi bir işbirliği
düşünülemez), ya da uzun süre kendisini içine alan bu derinlikten çıkmak istemeyecektir.
Kısa öyküde okur, ayrı bir anlatı dili ve
tadıyla karşı karşıyadır. Bir duruma birden çok bakma biçimine çağrılıdır, bu
yüzden de klasik anlatıların olay çevresinde dönen düşünce kalıplarından
sıyrılmaya yönelik bir adım atması beklenir okurun. Çehov, “Kısalık yeteneğin
kardeşidir.” diyor.
Kısa anlatılarda
okurun haz alabilmesi için asgari ölçüde estetik bilgisine, estetik algısına
sahip olması gerekir. Kısa öyküyü oluşturan nedensellik
ve indirgemecilik okuyucusu metnin kurucu
yapısından çok yıkıcı yapısına, anlatıcı yapısından çok durum yapısına, var
kılmaktan çok yer vermeme özelliğine çağırır.
Kısa metinlerin amacı olan, durumu anlatmak oldukça zordur. Bir
yandan geleneksel kurguya
yüz vermemesi,
olayın bütünselliğine ilgisiz kalması, anlatıyı açıklamaların dışında
örgülemesi, dilinin giderek yalınlaşması, süslemelerden, ayrıntılılardan,
tasvirlerden uzak durması, bir yandan da fiziki biçimiyle içeriksel zamanın
oldukça kısa olması nedeniyle, durumu
anlatmak güçleşiyor. Bilgisel ve
sezgisel donanımı zorunlu kılıyor.
Tolstoy, Çehov’un
diline ve öykülerini kurduğu kısalığa hayrandır: “Ne kadar mükemmel bir dil! Hiçbirimiz,
ne Dostoyevski, ne Turgenyev, ne de ben bu şekilde yazabiliriz.” diyor. (27) Gerçekten
de Çehov’da görülen dilin, durumun anlatısı için onlarca anlam
katmanı örgütlemesi ve öykülerinin içeriksel kısa zamanıyla, biçimsel kısalığı
arasındaki uyumu sağlaması olağanüstüdür.
Kısa anlatılar çevreyi, çevresel
olayları, metnin özüne uygun olmayan sapmaları yok sayarak ilerler. Bu nedenle
de bir duruma odaklanarak anlatmayı merkezde toplarlar. Kısa anlatının dili,
kahramanlarının amacı, anlatıcının yönelmesi, metnin içeriksel bütünlüğü,
nihayetinde biçimselliği bir durumun işaretlenmesi içindir. Kısa öykü yazmanın
zorluğu, geniş ve büyük olay örgüsü içinde -çoğu zaman bastırılmış olarak-
bulunan, bir durumun açığa çıkartılmasında aranmalıdır. Dış gerçeklikle ve olay
örgüsü içerisinde neredeyse tümüyle kuşatılarak önemsizleştirilmiş olan durum, kendisi için özeldir ve yine
kendisi için -kendi içinde- bir bütündür. Yazar dış gerçekliğin kapsayıcı ve
kapatıcı gücünden, bütüne ait olan bir parçayı -bir durumu- çekip alarak, onu
gerçekliğin kapsayıcı ve kapatıcı gücü karşısında özgür kılmak durumundadır.
Gerçekliğin içerisinde kalanı, dahası gerçeklik tarafından manipüle edileni
açığa çıkartmak için Kısa öykü, olayları kuran klasik anlatı unsurlarıyla
mücadele eder. Klasik anlatıda olayları bütünlüğe taşıyan poetik-estetik yapı,
yani modernizmle oluşmuş sağduyu toplumsal ahlak, sosyal alışkanlıklar, yönetsel
ve biçimlendirici güçler, yerleşik tutumlardır. Kısa olarak anlatmak bu açıdan
bakıldığında modernizme bir başkaldırıdır da. Çünkü kısa öyküdeki nedensellik,
her türlü yönetsel ve biçimlendirici güçlere savaş açar.
Bu biçimin şiirle olan akrabalığı
da, içeriğin yüzeyde değil oldukça derinde olmasından kaynaklanır. Kısa
anlatıların biçimi de, içeriği de örtüktür. Her okur için farklı algılama alanı
yaratabilir. Kısa anlatılarda da (şiirde olduğu gibi), estetik doyum biçimle
başlar ve yine biçimin tamamen algılanmasıyla son bulur. İçerik ise biçimle
gündeme gelebilmektedir. Böylelikle sanatın kendisi için amaç olması, biçimin
amaç edinilmesinde belirginleşir. Klasik anlatıda durum bunun tam tersidir.
Yani, anlatılan olayın bir içeriğe oturması ve kendi sanat değerini de bu
içeriğe bağlaması kaçınılmazdır. Denilebilir ki, Kısa öyküde her biçim metnin ne anlattığını değil nasıl
anlattığını gösterir.
“Kısa
öykünün estetik çekiciliği, kuruluş biçimlerindeki değişkenlikte ve esneklikte
yatar. Bu da belki kısa öyküyü tanımlamayı güçleştiren nedenin ta kendisidir.”
diyor Neuse. Zor tanımlanabilirliği
nedeniyle, Kısa öykülere ilişkin tartışmalar sürmektedir. Belirgin olmayan
gövdesi ve girift olan ruhuyla her deneysel çalışma gibi, burada da
belirsizliğin egemen olduğunu söylemek mümkündür. Böyle olunca da Kısa Öyküye
ilişkin söylenecek olanlar, kimi kavramların etrafında dönüp durmaktan ileri
gidemiyor.
Kısa
anlatılar ve Kısa öykü için yaygın yanılgılardan birisi de bu türün bir an’ın anlatısıyla sınırlı olduğunun
sanılmasıdır. Bir an’ın anlatılması gibi tuhaf önermelerin ve bu önermenin
taşıdığı zaman anlayışının-algısının dışına çıkar, Kısa anlatı ve Kısa öykü.
Çünkü kısa anlatılarda zaman bazen saatlerce, günlerce, hatta aylarca
sürebilmektedir. Kısa öykü üzerinde yapılan araştırmalarda anlatı zamanın
ölçülebilinir, içinde kalınabilinir bir zamanı kapsadığı görülmüştür. Böyle
olunca da, kısa anlatıların içerik zamanını “bir an”la sınırlandırmak olanaksız gözükmektedir. Zamanın en küçük
parçası olarak “an”, içeriğinde kısa
ve yavaşlatılmış-ya da olağanüstü
hızlandırılmış fiziksel bir zaman taşıyor. Bu nedenle kısa anlatılarda
mevcut olan içerik zamanı, daima bu “an”dan
daha geniş, uzun, hızlı-yavaş ve
hatta aylara yayılan bir süreç olacaktır. Öyleyse metnin fiziksel zamanıyla,
metnin içerik ve ruhsal zamanı arasındaki ilişkilerde “an”ın anlatısından bahsetmemiz mümkün görülmüyor. Bir an’a bağlı kalarak anlatma çabası
devinmeyen, dönüşmeyen; geçmiş, şimdi ve
gelecek içermeyen bir anlatıyı söz konusu etmektir. Boşa bir çaba yani.
Ayrıca bir an’ın da uzam içerisinde ölçülebilen bir zaman taşıdığı düşünülürse,
an’ın anlatısı dönüp dolaşıp, bir zamanın anlatısına dönüşecektir. Bu zaman yavaşlığından-hızlılığından dolayı, bir
durumun anlatısından başka bir şey değildir.
Diğer yandan kısa öykünün
nedensellik ve eylemlilikle olan açık ilgisi, öykü kahramanını bir eylemin ve
zamanın içerisinde tutmaktadır. Kısa öykü daima bir zaman dilimi içerisinde varolur.
Bu özelliği nedeniyle zamana ve
eylemliliğe tutunan, kısalığıyla estetik bir biçim-içerik oluşturan
metinlerde, Kısa öykülerde ancak bir
durumun anlatısından bahsedilebilir. Bu durumun içerisinde sürmekte olan zaman (geçmiş, şimdi ya da gelecek),
metnin fiziksel-içeriksel-ruhsal zaman
boyutlarını da oluşturarak Kısa öykünün yapısını açığa çıkarır.
Kısa öyküdeki fiziksel zaman,
içeriksel zaman ve ruhsal zaman bir birine çok yakındır. Neredeyse
aralarında tam bir uyum vardır. Oysa olay öykülerinde, hikâyelerde, romanlarda
metnin fiziksel zamanıyla, içerik zamanı, ruhsal zamanları birbirlerinden
uzaklaşır.
Sonuç olarak; günümüzde kısa anlatı tarzlarının ve Kısa öykünün giderek öne
çıkmasına iki temel nedenden yaklaşabiliriz:
İlki; Klasik öykünün dili ve içeriği günümüz insanının beklentileriyle
yeterince bütünlük sağlayamıyor. Anlatı süreçlerinin uzun, ağdalı, dolaylı olması,
betimleme ve ayrıntılara yoğunlaşması, katılımcıların çokluğu zaman sıkıntısı
yaratıyor. Örgüsünün tek bir bakış biçimi üzerine kurulması, ama birden çok
kişilik taşıması, kurgu uzadıkça öyküye yan unsurların girmesi, bir amaca ve
sonuca yönelik olması, planlı bir son ve kesinlemeler taşıması, okura bütünüyle
açık olması gibi özellikleri nedeniyle, hız karşısında giderek zayıflayan bir
tür olarak gözükmesi de bu türün önemini azaltıyor. Klasik öykü modern dönemin
anlatı tarzı olarak, postmodern dönemi ve onun şiddetini karşılamaktan şimdilik
uzak gözükmektedir.
Yalnızlaşıp, bencilleşen,
kendinden başkasını önemsemeyen bir dönem yaşıyor insan. Bu yabancılaşma
karşısında itirazlarını daha sert, çarpıcı, gizemli ve kolay kolay ele geçirilemeyecek
bir dille kuracak, çok katmanlı bir yazı türüne gereksinim duyuyor insan. Diğer
yandan nesnelerin de insan hayatında “öteki”
kadar işlevsel olduğu bir dünyada, bir nesneyi anlatmak da değerli geliyor. Kısa
anlatı türü buna olanak veriyor. İnsanlar “öteki”nin
yerine artık mikro dev çipleri koymuş durumdalar. Bir insanla sevişmekten daha
değerli bir makinenin başında saatler geçirmek. Makinenin komutunu elinde
bulunduran insan, hem savunma pozisyonunda kalmaktan kurtuluyor hem de her
koşulda mutlak iktidar olduğunu duyumsuyor. Sanal ortamda koşarken önündeki tüm
engellere baş kaldırabiliyor. Sorgulama süreçlerine, ahlaki değerlere, estetik
ve etik tutumlara, eleştirel belleğe, ideolojik-politik referanslara ihtiyaç duymadan
kendini gerçekleştirdiğini sanıyor. Bu geçicilikten başını kaldırdığında büyük
bir boşlukta buluyor kendini. Tutunacak hemen hiçbir şeyi tanımıyor, ya da
ortalıkta tutunabileceği değerler kalmamış oluyor. Son bir umutla kendine tutunmaya
çalışıyor. Kendisini var eden şeyler ise, yabancılaşmanın nedeni olarak
karşısına çıkıyor. Böylelikle hem kendinden kaçıp kurtulmak isteyen, hem de bu
kurtuluşu yine kendinde gören bir sarmalın içine yuvarlanıyor. Kimlik ve
kişilik yitiminin ortaya çıkardığı yabancılaşma ile bütünden koparılan, zamanı
kısıtlanıp elinden alınan, bireysel ve toplumsal alana ilgisizleştirilen ve
travmalarının açtığı boşluğa atılmış olan insan, bu zincirleme ve hızla
örgülenen yapı karşısında çaresizdir. Kısa anlatı ise, bu çaresizlikteki
insanın içe kapanarak ya da hiçbir disiplin tanımadan dışa yönelerek, kendisine
açtığı yaşam biçiminin duyurulmasında etkindir.
Bu nedenle genel anlatı biçimlerinin dışında, kendine özgü bir görev
üstlenmiş durumdadır Kısa öykü: İndirgemek.
Her şeyi ve her sorunu bir duruma indirgemek ve bu durumu açıklamak
zorunluluğuna yer vermemek. İşte Kısa öykünün bir işlevi de budur.
Kısa öyküyü gündemimize getiren
diğer bir özellik ise, onun kendi dışındaki yazı disiplinlerini ve özellikle de
“dil kurallarını” pek ciddiye
almaması olarak yorumlanabilir. Bu tür anlatılırda dilin yerleşik kullanımına
ve kurallarına başkaldırabiliyor. Yazar dil kurallarının içinde kalmak
zorunluluğundan kurtulunca bilinçaltının akışı hızlanıyor. Dadaistlerle başlayan,
sonrasında da Sürrealistlerle olgunlaşan, yazıyla bilinçaltını boşaltma
(otomatizm) deneylerine sonuna kadar kapılarını açan bir tür. Bu özelliği
nedeniyle de yer yer Kara edebiyat,
Anarşist edebiyat, Yeraltı edebiyatı diye de nitelendiriliyor. Ya da bu
türleri besleyen bir olanak sunuyor. Bu tür tamamen bireyseldir ve toplumsal
kurtuluş önerilerinde bulunmazlar.
Diğer yandan devrimci bir özellik sergilemektedirler. Bu özelliğini hız
karşısında, karşıt bir hız olmasından
alır. Bir virüs gibi sistemin içine girip, onun yönetselliğini kısa bir süre de
olsa devre dışı bırakmayı amaçlamaktadır. Okuru kendi diliyle düşünmeye sevk
ederken, diğer yandan da şaşkınlığa uğratmakta ve eyleme davet etmektedir.
Klasik öyküde yazar on iki rauntluk bir boks maçına soyunur. Boksörlerin
birbirlerini tanıması ısınma yumruklarının atılmasıyla başlar. Ardından kombine
yumrukların atılması, ringde boksun gereği olan ayak, vücut ve kol
hareketlerinin gösterilmesi, sıkı savunma örneklerinin sergilenmesi, zaman
zaman boksörlerin birbirlerini indirmesi üzerine hakemin saymaya başlaması,
seyircinin galeyanı, antrenörlerin taktikleri, nihayetinde (çoğu zaman olduğu
gibi) boksörlerden birisinin maçı sayıyla kazanmasıyla sonuçlanan bir olayı
anlatır. Maçı izlemeye gelen seyirciler için düzenlenmiş bir gösteri, bir şov
gerçekleşmiş olur. Maç bittiğinde diğer maçlardan temelde farkı olmayan bir
süreç yaşandığı için, olay olağandır. Bir sonraki maç beklenir. Bazen bu şovu
kısa kesen boksörler de olur. İşte bu durum bile seyirci için şaşkınlık yaratmaz.
Çünkü boksörlerin gücü, teknikleri, yapabilecekleri ve yetenekleri önceden
bellidir. Bir küçük olasılık olarak, bazen sürpriz sonuçlar da alınır ama maç
başından itibaren on iki rauntla kurgulandığı için bu sonuç, kurgunun içinde
kalır. Kalıcı bir şaşkınlık yaratmaz.
Durum Öyküsünün kahramanları asla
ağır sıklet bir boks maçına çıkmazlar. Buna güçlerinin yetmediğinden değil de,
zamanın uzun olmasından dolayı karşı çıkarlar. Azami raunt sayısı iki, üçtür.
Neden üç denilecek olursa, oldukça kısa bir süre: Bir-iki-üç… Son derece
hareketlidir maç, izleyiciler en küçük bir hareketi kaçırdıklarında geriye
dönüşlerinin ya da aynı hareketin tekrarı olmayacağını bilirler. Belki de
kaçırılan hareket, maçı bitiren hareket olacaktır, olma ihtimali yüksektir. İzleyiciler
hareketlerin tümüne ilgi göstermek zorunda kalırlar, bu yüzden de dikkatli
olmak zorundadırlar. Maçın içine girmeye çalışırlar, ancak maçın hızı buna pek
olanak vermez. Seyirci maça hâkim olmak için daha fazla çaba göstermelidir.
Alışılmışlığı aşındıran maç bir kurguyla değil, bir durumla ortaya çıkar.
Seyircinin canı sıkılsa da, şova karşıtlıktır bu durum. Klasik, yerleşmiş
beklentileri boşa çıkartır. Ve maç genellikle kısa sürede, ani ve tek bir
yumrukla, nakavtla biter. Oluşan hız, oradaki seyircilere de bir tepki
sayılabilir. Yine mevcut mekânı hızla terk etmek de mekanın örgütsel yapısına
bir tepki olarak düşünülebilir.
Kısa öyküler bir karıştırıcıdır. İnsanın estetik beğenisine, bu güne kadar
getirdiği geleneksel yapıya, ahlaki kimi tutumlara, edebi kuralları oluşturan
etik-estetik-politik yapılara müdahale edebilir. Öyküden haz alınmasından çok,
öykünün içindeki zamanların, bu zamanların içerisinde oluşan durumların
düşünülmesini önerir. Ve geçmişten gelerek, geçmişe gidecek olan şimdiki zaman aralığında, bir durumu tutar. Yazar da, okur da bu durum karşısında
yetenekleri ölçüsünde anlamlıdır.
Olay öyküsünün,
romanın ya da kısa romanların açıklamalar katarak anlatmasına, tüm zamanları
kullanma rahatlığına, fiziksel zamanın uzunluğuna, biçimsel hacmine, betimlemelerine
vs. bağımlı olan duygu, düşünce ve haz yapısının yerine, anlamın alışılmadık
katmanlarını getirir ve orada okuru alışılmadık düşünce katmanlarıyla baş başa
bırakır, okuru zorlar, zora sokar.
Klasik bir öykü
kapitalizmi ve onun yarattığı sömürü düzeninin insan bedeni ve ruhu üzerindeki
olumsuz etkilerini tüm tarihsel nedenleriyle anlatırken, Durum ya da Kısa öykü
sokağın köşesindeki benzin istasyonunu havaya uçurmayı önerir.
Aradaki fark
böylesine radikaldir.
Aydın ŞİMŞEK
Sınır Dergisi / Sayı 8 / Mayıs Haziran 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder