14 Mayıs 2013 Salı

Kısa Öykü ya da Durum Anlatıları


 Kısa öykü, gücünü yer vermemekten alır, hüneri indirgemekte yatar....kısa öykü yazarı için ima etmek, açıklamaktan daha önemli, yer vermemek vurgulamaktan daha içeriklidir.”
                                                                                                                  (Wolf Dietrich Schnurre)

G
ünümüz edebiyatının etkin türlerinden birisi de hiç kuşku yok ki, öykü. Bu yoğunlaşmanın içerisinde belirgin olarak göze çarpan bir çeşitlilikten bahsedebiliriz. Genel anlamda sürdürülen Klasik öykü ve anlatı serüveninin yanında Kısa öyküler; Bir Dakikalık öyküler, Şiirsel öyküler gibi adlandırılmalarla ortaya çıkan yeni, deneysel çalışmalarla karşılaşıyoruz. Klasik öykü türünde bulunan kimi özelliklerin yerini, daha başka tutumlar ve arayışlar alıyor bu deneysel çalışmalarda: Otomatik Bilinç Akışı, Durumun İçinde Kalarak Anlatma, Çevreden ve Olay Örgüsünden Soyutlanmak, Tek Bir Bakış Açısına Sabitlenmek, Tekil Kişiliklerle Anlatma vb. gibi.
Modern dönemlerle birlikte toplumsal hayatın ve bireylerin giderek parçalanması, uzmanlık alanlarının artması, bütünden çok parçanın etken olması nedeniyle, yaşamın tüm alanlarında görülen hızlanmalar içerikleri de kısaltmıştır. İçerik dolaysız olarak biçime yansımıştır. Yazın hayatında da kendi yapısını oluşturmaya başlayan, kısa içeriklerle, geniş anlamlara işaret etmek gibi deneysel çalışmalar artmıştır. İçerik ve biçim olarak kısa, derin, anlam katmalarıyla dolu bu yeni anlatının oluşmuş kuralları henüz ortada yok. Kimi dil içi belirlemeler oluşmuş olsa da, bunlar bütün olarak metni açıklayabileceğimiz yaklaşımlar sunmuyor henüz.  Deneysel bir süreç olarak hem bizim, hem de dünya edebiyatının ilgi duyduğu bir arayış olarak karşımıza çıkıyor, kısa içeriklerle, kısa biçimlerle genişliği zamanları işaret etmek.
   Bu ve benzer çalışmalara, Durum öyküleri ya da Kısa Öyküler diye yaklaşımların giderek olağanlaştığını görüyoruz. Dahası anlamda, anlaşılabilirlikte, zamanda, çevrede kendine oldukça dar, kısa alanlar seçen bu yeni öykü-anlatı türü içerisinde birey öne çıkıyor. Ancak bireylerin diğer bireylerle geliştirdiği süreçler kadar, bireyin kendini adadığı yalnızlık, yabancılaşma, kişilik parçalanmaları, toplumsal sınırlardan, yerleşik ilişkilerden kaçış da oldukça öne çıkıyor.
Kısa öykünün kahramanları toplumsal statüde ideal kişiler olabileceği gibi, toplumdan dışlanmış kişiler de olabiliyor. Kısa öykü kahramanları her koşuldan, yaşam biçiminden ve statüden gelmektedir. Kahramanların ortak noktasını, olayları olağandışı durumlara taşımaları belirliyor. Buradaki olağandışlılık öykü kahramanlarını her durumda bir olasılıkla çıkarıyor okurun karşısına.
   Yazarın, kısa öyküye nasıl bir başlangıç yapacağını kestirmek pek mümkün olmayabilir. Sıklıkla karşılaşabileceğimiz sıradan durumların içerisinde metin kahramanlarını görmek mümkün olsa da, kahramanların kısa öyküye taşıdıkları gerilimler, bilinmezlikler, boşluklar, olasılıklar, zaman atlamaları metni dramatik bir yapı olarak karşımıza çıkartır. Yani öykü kahramanlarını nasıl bir sonun beklediğini kestirmek olasılıkların içerisinde kalıyor.
   Kısa öykü kahramanları çoğunlukla rastlantılarla hareket ederek, metnin gelişimine direk ya da dolaylı olarak katılıyorlar. Böylelikle bilinç akışının yerini bilinçaltı ya da bilinç dışılık alıyor ve metinde olmayanların duyumsatılması sağlanıyor. Bilinç akışının dışındaki durumlar; ani sıçramalar, soyutlamalar, etik ve estetik açıdan yerleşik olmayanlar anlaşılabilirlikten koparak, kendilerince üst-iç-alt-yan ya da yabanıl anlamlar oluşturup, metnin esas kurucu unsurları oluyorlar.
 “Kısa öykü, varoluşsal bir durumu ortaya koyması ve bir yaşam bunalımını anlatmasıyla, diğer türler içerisinde en çok drama yakındır. Sınırlı sayıda kişinin çevreden yalıtılmışlığı, temsil edilen olayların azlığı ve özenle tasarlanmış kuruluşu, tek bir olaya yoğunlaşma ve bu olayın canlı sahnelerle anlatılması... kapsadığı zamanın kısalığı, kısa öyküyü diğer epik biçimlerden ayırır ve drama yaklaştırır.” diyor Erna Kritsch Neuse.
   Diğer yandan; “Kısa öykü için hiçbir tanım kalıcı olamamıştır. İlk kısa öykü yazarlarından Edgar Allan Poe’yla en yeni öykü yazarlarından Katherina Anne Porter arasında geçebilecek bir konuşmaya kulak misafiri olsaydık, şunları duyabilirdik: Poe: ‘Ama sevgili hanımefendiciğim, sizin öykülerinizde konu yok.’ Porter, ‘Sizin öykülerinizde de sevgili beyfendiciğim, konudan başka bir şey yok.” diye düşsel bir tartışmayı aktarıyor J.E. Miller. Bu düşsel kurgudan da anlaşılabileceği gibi Kısa öykü, kendisini tanımlama konusunda bize çok açık bir alan bırakmıyor. 
   19.yy.da, özellikle de Poe’nun metinleriyle başlayan Kısa öykü tartışmaları, daha çok Kısa öykünün seçtiği konular üzerinden yapılmıştır. Kısa öykü tarihinin de ilk tartışması içerik üzerinden yapılmıştır. Bu nedenle anlatımdaki kısalık içeriğe ait olan bir kısalıktır. Bu tartışmalara Gogol öykülerini, Çehov öykülerini, kimi Puşkin öykülerini de ekleyebiliriz. Ancak 20.yy.da Kısa öyküde konu daha arka plana sarkmış, tartışmalar ise metnin indirgemeciliği ve yervermemesi üzerinden yapılmaya başlamıştır. Bu yeni durumu, konunun giderek gücünü yitirmesi, biçimin ise giderek güçlenmesi olarak da yorumlayabiliriz. Kısa öykü kendisini belirli bir kısalık, yoğunluk, arka plan metinleri, fiziki zaman-içerik zamanı-psikolojik zaman ve birlik üzerine inşa ediyor.  
   Kısa olarak anlatmak, ya da bir durumu anlatmak modern yazının sadece biçim denemesi olarak tanımlanamaz. İçeriksel özellikler de taşıyor bu tür anlatılar. Yazarın yalınlığı giderek öne çıkarken, klasik anlatı unsurlarının kimi temel özellikleri terk ediliyor. Tasvirin, izleğin, diyaloğun, çevrenin, dolaylamanın, açıklama katarak anlatmanın önemi azalıyor. Kısa öyküde bu özelliklerin yerini alan nedensellik, Klasik öyküde aranan, varoluşun ve hayatın gerçeklerini yazmayı üstleniyor. Aynı zamanda nedensellik kısa anlatıların hem bireysel, hem de toplumsal bakış açısını yansıtıyor. Nedensellik toplumsal bir alanı, bireysel-toplumsal bir problemi, bastırılmışlığı, kışkırtılmışlığı işaret etmekle kalmıyor, aynı zaman da işaret ettiklerini kendisinde de taşıyor. Tüm bu problemler kısa anlatının içeriğine dönüşüyor. Kısa anlatı da yoğun olarak gözlemlenen içe çekilmiş eylemlilik, (intihara hazırlık, toplumsal alanı terk etme, başkaldırma, susma, isyan etme vb.) nedensellikleri oluştuğu için, okura bir içerik sunuyor. Bu içerik insan yaşamının kesitlerinden, insani gerçekliğin durumlarından oluşuyor.
   Kısa anlatının araçları belirli bir kısalık içerisinde görülüyor. Metnin fiziki boyutu, imgeselliği, metnin içerik zamanı, metnin psikolojik zamanı, dolaysızlığı, bir durumun içinde kalışı hep belirli bir kısalıkla gerçekleşiyor. Araçlarıyla ve amaçlarıyla bütünlüğünü kısalıkla gerçekleştiren bu anlatı biçimi, tümüyle gündelik yaşamın içerisindedir ve nedenlerle ilişkilidir. Nedensellik kısa öyküde hem gerçekçi, hem de gerçeküstü bir tutumdur. Kısa anlatıyı diğer gerçekçi anlatı türlerinden ayıran en belirgin özelliği, kısa anlatının gerçekliği mülk edinmemesinde yatar. Bu durum ise gerçekle gerçeküstünü iç içe geçirir. Birini diğerine üstün tutmadığı için, nedenselliğe dayalı bir “durumun anlatısı”  her iki biçimde de meşrudur.
   Kısa anlatı tarzı gerçeğin algılanmasını, gerçekliğin kendisi olarak tanımaz. Bambaşka bir yol izleyerek üstü örtük olanın, ya da üstü örtünmüş olan gerçeğin açığa çıkartılmasının peşine düşer. Kısa öykünün şaşırtıcı özelliği de buradan gelir. Derdi, görünür ve somut gerçekliğin içerisinde kalan, görünmeyen ama sezgisel olarak duyumsanan gerçeğin kodlanmışlığını çözmek, ya da bastırılmış, kışkırtılmış anlam katmanlarını ortaya çıkarmaktır. Klasik anlatı ise gerçeği mülk edinerek, gerçekliğin içinde kalır, görünür gerçekliğin dışına çıkmaz. Bir sorunu ya da olayı okura kurgu yoluyla duyurur ve işini bitirir. Görünür gerçekliği parçalamaya yönelmez, gerçeklikle girdiği ilişkide, anlatının sınırlarını yine gerçeklik belirler. Böylelikle gerçek, klasik anlatı içerisinde dondurulur, gerçekle anlatı birbirini mülk edinir.

   Kısa öykü yapıcı değil aksine yıkıcı bir türdür. İlk saldırdığı yer sıradan, gündelik dil ve anlamlardır. Bu nedenle de kısa anlatı türü yaygın dile, yaygın yazmaya, ya da yayarak yazmaya olanak vermez. Diğer yandan Kısa öykü nedenselliği (yani içeriksel gerçekliği) önce anlamaya sonra da onu terk etmeye yönelmesi için her defasında okura kapalı bir zarf uzatır. Bu zarfın içindekini merak eden her okur, bu zarfı açmak zorundadır. Ve zarfın içinden çıkacak olanın ne olduğunu yazarın bile kesinlemelerle söyleme şansı yoktur. Okur katmanlardan; iç, yan, üst ve soyut anlamlardan oluşmuş -bu nedenle de tek bir bakış açısıyla kavranması olanaksız gözüken- bir içerikle karşılaşacaktır. Kısa anlatının nedenselliğe dayalı özgünlüğünde varolan, durumun anlatılması içeriği -ya da bir durumun öyküsünü- oluştururken, yine fiziki ve içeriksel zamanının kısalığı da biçimini oluşturuyor. Kısa öykünün estetik yapısı ve gücü her koşulda kısalıktan, yani hem biçiminden hem içeriğinden oluşuyor. Çoğu zaman ise biçimden içeriğe doğru yol alan bir durum çıkar ortaya. Kısa öyküde, “Biçim, içerik için bir çalışma alanıdır” da denilebilir. Okuru önce metnin biçimi karşılar, sonrasındaysa bu biçimden içeri giren okuru anlam katmanları karşılar. Metnin edindiği kısalığa dayalı olarak da ortaya çıkan yapı “biçem”dir. Bu biçemi olabildiğince kısa bir içerik zamanı, kısa bir biçim zamanı ve olabildiğince derin bir psikolojik zaman oluşturur.

Biçemin bütünlüğü içerisinde yazar bir nevi düşünmeye, zihin çalıştırmasına zorlar okuru. Okurun kolaycılığına da bir eleştiridir bu biçem. Okur, Kısa öyküde birbirine bağlı olan kapılardan geçebilmek için bir dizi yaratıcı girişimde bulunmak zorunda kalır. Kısa metnin içeriğindeki dramatikliği keşfetmek için bu çalışma zorunludur. Kapıların giriş şifrelerini çözdükçe biçim olarak kısa, anlam yüklemeleri açısından çeşitlilik gösteren, psikolojik derinlik ve duygusal değer taşıyan bir yapıyla karşılaşacaktır okur. Bu kısalığın içerisinde yoğunlaştırılmış halde bulunan yapı karşısında ilerlemesinin hızlı olamayacağını görecektir.  Metin içerisinde dinlemek, durup düşünmek, zaman zaman da geriye dönüşler yapmak zorunda olduğunu anlayacaktır. Böyle bir durumda okur, önüne serilen derinliği ya hemen terk edecektir (böyle okurla yazarın zaten her hangi bir işbirliği düşünülemez), ya da uzun süre kendisini içine alan bu derinlikten çıkmak istemeyecektir.
   Kısa öyküde okur, ayrı bir anlatı dili ve tadıyla karşı karşıyadır. Bir duruma birden çok bakma biçimine çağrılıdır, bu yüzden de klasik anlatıların olay çevresinde dönen düşünce kalıplarından sıyrılmaya yönelik bir adım atması beklenir okurun. Çehov,Kısalık yeteneğin kardeşidir.” diyor.
Kısa anlatılarda okurun haz alabilmesi için asgari ölçüde estetik bilgisine, estetik algısına sahip olması gerekir. Kısa öyküyü oluşturan nedensellik ve indirgemecilik okuyucusu metnin kurucu yapısından çok yıkıcı yapısına, anlatıcı yapısından çok durum yapısına, var kılmaktan çok yer vermeme özelliğine çağırır.
   Kısa metinlerin amacı olan, durumu anlatmak oldukça zordur. Bir yandan geleneksel kurguya
yüz vermemesi, olayın bütünselliğine ilgisiz kalması, anlatıyı açıklamaların dışında örgülemesi, dilinin giderek yalınlaşması, süslemelerden, ayrıntılılardan, tasvirlerden uzak durması, bir yandan da fiziki biçimiyle içeriksel zamanın oldukça kısa olması nedeniyle, durumu anlatmak güçleşiyor.  Bilgisel ve sezgisel donanımı zorunlu kılıyor.
   Tolstoy, Çehov’un diline ve öykülerini kurduğu kısalığa hayrandır: “Ne kadar mükemmel bir dil! Hiçbirimiz, ne Dostoyevski, ne Turgenyev, ne de ben bu şekilde yazabiliriz.” diyor. (27) Gerçekten de Çehov’da görülen dilin, durumun anlatısı için onlarca anlam katmanı örgütlemesi ve öykülerinin içeriksel kısa zamanıyla, biçimsel kısalığı arasındaki uyumu sağlaması olağanüstüdür.
   Kısa anlatılar çevreyi, çevresel olayları, metnin özüne uygun olmayan sapmaları yok sayarak ilerler. Bu nedenle de bir duruma odaklanarak anlatmayı merkezde toplarlar. Kısa anlatının dili, kahramanlarının amacı, anlatıcının yönelmesi, metnin içeriksel bütünlüğü, nihayetinde biçimselliği bir durumun işaretlenmesi içindir. Kısa öykü yazmanın zorluğu, geniş ve büyük olay örgüsü içinde -çoğu zaman bastırılmış olarak- bulunan, bir durumun açığa çıkartılmasında aranmalıdır. Dış gerçeklikle ve olay örgüsü içerisinde neredeyse tümüyle kuşatılarak önemsizleştirilmiş olan durum, kendisi için özeldir ve yine kendisi için -kendi içinde- bir bütündür. Yazar dış gerçekliğin kapsayıcı ve kapatıcı gücünden, bütüne ait olan bir parçayı -bir durumu- çekip alarak, onu gerçekliğin kapsayıcı ve kapatıcı gücü karşısında özgür kılmak durumundadır. Gerçekliğin içerisinde kalanı, dahası gerçeklik tarafından manipüle edileni açığa çıkartmak için Kısa öykü, olayları kuran klasik anlatı unsurlarıyla mücadele eder. Klasik anlatıda olayları bütünlüğe taşıyan poetik-estetik yapı, yani modernizmle oluşmuş sağduyu toplumsal ahlak, sosyal alışkanlıklar, yönetsel ve biçimlendirici güçler, yerleşik tutumlardır. Kısa olarak anlatmak bu açıdan bakıldığında modernizme bir başkaldırıdır da. Çünkü kısa öyküdeki nedensellik, her türlü yönetsel ve biçimlendirici güçlere savaş açar.   
   Bu biçimin şiirle olan akrabalığı da, içeriğin yüzeyde değil oldukça derinde olmasından kaynaklanır. Kısa anlatıların biçimi de, içeriği de örtüktür. Her okur için farklı algılama alanı yaratabilir. Kısa anlatılarda da (şiirde olduğu gibi), estetik doyum biçimle başlar ve yine biçimin tamamen algılanmasıyla son bulur. İçerik ise biçimle gündeme gelebilmektedir. Böylelikle sanatın kendisi için amaç olması, biçimin amaç edinilmesinde belirginleşir. Klasik anlatıda durum bunun tam tersidir. Yani, anlatılan olayın bir içeriğe oturması ve kendi sanat değerini de bu içeriğe bağlaması kaçınılmazdır. Denilebilir ki, Kısa öyküde her biçim metnin ne anlattığını değil nasıl anlattığını gösterir.
  “Kısa öykünün estetik çekiciliği, kuruluş biçimlerindeki değişkenlikte ve esneklikte yatar. Bu da belki kısa öyküyü tanımlamayı güçleştiren nedenin ta kendisidir.” diyor Neuse. Zor tanımlanabilirliği nedeniyle, Kısa öykülere ilişkin tartışmalar sürmektedir. Belirgin olmayan gövdesi ve girift olan ruhuyla her deneysel çalışma gibi, burada da belirsizliğin egemen olduğunu söylemek mümkündür. Böyle olunca da Kısa Öyküye ilişkin söylenecek olanlar, kimi kavramların etrafında dönüp durmaktan ileri gidemiyor.
  Kısa anlatılar ve Kısa öykü için yaygın yanılgılardan birisi de bu türün bir an’ın anlatısıyla sınırlı olduğunun sanılmasıdır. Bir an’ın anlatılması gibi tuhaf önermelerin ve bu önermenin taşıdığı zaman anlayışının-algısının dışına çıkar, Kısa anlatı ve Kısa öykü. Çünkü kısa anlatılarda zaman bazen saatlerce, günlerce, hatta aylarca sürebilmektedir. Kısa öykü üzerinde yapılan araştırmalarda anlatı zamanın ölçülebilinir, içinde kalınabilinir bir zamanı kapsadığı görülmüştür. Böyle olunca da, kısa anlatıların içerik zamanını “bir an”la sınırlandırmak olanaksız gözükmektedir. Zamanın en küçük parçası olarak “an”, içeriğinde kısa ve yavaşlatılmış-ya da olağanüstü hızlandırılmış fiziksel bir zaman taşıyor. Bu nedenle kısa anlatılarda mevcut olan içerik zamanı, daima bu “an”dan daha geniş, uzun, hızlı-yavaş ve hatta aylara yayılan bir süreç olacaktır. Öyleyse metnin fiziksel zamanıyla, metnin içerik ve ruhsal zamanı arasındaki ilişkilerde “an”ın anlatısından bahsetmemiz mümkün görülmüyor. Bir an’a bağlı kalarak anlatma çabası devinmeyen, dönüşmeyen; geçmiş, şimdi ve gelecek içermeyen bir anlatıyı söz konusu etmektir. Boşa bir çaba yani. Ayrıca bir an’ın da uzam içerisinde ölçülebilen bir zaman taşıdığı düşünülürse, an’ın anlatısı dönüp dolaşıp, bir zamanın anlatısına dönüşecektir. Bu zaman yavaşlığından-hızlılığından dolayı, bir durumun anlatısından başka bir şey değildir.
   Diğer yandan kısa öykünün nedensellik ve eylemlilikle olan açık ilgisi, öykü kahramanını bir eylemin ve zamanın içerisinde tutmaktadır. Kısa öykü daima bir zaman dilimi içerisinde varolur. Bu özelliği nedeniyle zamana ve eylemliliğe tutunan, kısalığıyla estetik bir biçim-içerik oluşturan metinlerde, Kısa öykülerde ancak bir durumun anlatısından bahsedilebilir. Bu durumun içerisinde sürmekte olan zaman (geçmiş, şimdi ya da gelecek), metnin fiziksel-içeriksel-ruhsal zaman boyutlarını da oluşturarak Kısa öykünün yapısını açığa çıkarır.
Kısa öyküdeki fiziksel zaman, içeriksel zaman ve ruhsal zaman bir birine çok yakındır. Neredeyse aralarında tam bir uyum vardır. Oysa olay öykülerinde, hikâyelerde, romanlarda metnin fiziksel zamanıyla, içerik zamanı, ruhsal zamanları birbirlerinden uzaklaşır.
Sonuç olarak; günümüzde kısa anlatı tarzlarının ve Kısa öykünün giderek öne çıkmasına iki temel nedenden yaklaşabiliriz: 
İlki; Klasik öykünün dili ve içeriği günümüz insanının beklentileriyle yeterince bütünlük sağlayamıyor. Anlatı süreçlerinin uzun, ağdalı, dolaylı olması, betimleme ve ayrıntılara yoğunlaşması, katılımcıların çokluğu zaman sıkıntısı yaratıyor. Örgüsünün tek bir bakış biçimi üzerine kurulması, ama birden çok kişilik taşıması, kurgu uzadıkça öyküye yan unsurların girmesi, bir amaca ve sonuca yönelik olması, planlı bir son ve kesinlemeler taşıması, okura bütünüyle açık olması gibi özellikleri nedeniyle, hız karşısında giderek zayıflayan bir tür olarak gözükmesi de bu türün önemini azaltıyor. Klasik öykü modern dönemin anlatı tarzı olarak, postmodern dönemi ve onun şiddetini karşılamaktan şimdilik uzak gözükmektedir.
   Yalnızlaşıp, bencilleşen, kendinden başkasını önemsemeyen bir dönem yaşıyor insan. Bu yabancılaşma karşısında itirazlarını daha sert, çarpıcı, gizemli ve kolay kolay ele geçirilemeyecek bir dille kuracak, çok katmanlı bir yazı türüne gereksinim duyuyor insan. Diğer yandan nesnelerin de insan hayatında “öteki” kadar işlevsel olduğu bir dünyada, bir nesneyi anlatmak da değerli geliyor. Kısa anlatı türü buna olanak veriyor. İnsanlar “öteki”nin yerine artık mikro dev çipleri koymuş durumdalar. Bir insanla sevişmekten daha değerli bir makinenin başında saatler geçirmek. Makinenin komutunu elinde bulunduran insan, hem savunma pozisyonunda kalmaktan kurtuluyor hem de her koşulda mutlak iktidar olduğunu duyumsuyor. Sanal ortamda koşarken önündeki tüm engellere baş kaldırabiliyor. Sorgulama süreçlerine, ahlaki değerlere, estetik ve etik tutumlara, eleştirel belleğe, ideolojik-politik referanslara ihtiyaç duymadan kendini gerçekleştirdiğini sanıyor. Bu geçicilikten başını kaldırdığında büyük bir boşlukta buluyor kendini. Tutunacak hemen hiçbir şeyi tanımıyor, ya da ortalıkta tutunabileceği değerler kalmamış oluyor. Son bir umutla kendine tutunmaya çalışıyor. Kendisini var eden şeyler ise, yabancılaşmanın nedeni olarak karşısına çıkıyor. Böylelikle hem kendinden kaçıp kurtulmak isteyen, hem de bu kurtuluşu yine kendinde gören bir sarmalın içine yuvarlanıyor. Kimlik ve kişilik yitiminin ortaya çıkardığı yabancılaşma ile bütünden koparılan, zamanı kısıtlanıp elinden alınan, bireysel ve toplumsal alana ilgisizleştirilen ve travmalarının açtığı boşluğa atılmış olan insan, bu zincirleme ve hızla örgülenen yapı karşısında çaresizdir. Kısa anlatı ise, bu çaresizlikteki insanın içe kapanarak ya da hiçbir disiplin tanımadan dışa yönelerek, kendisine açtığı yaşam biçiminin duyurulmasında etkindir.  Bu nedenle genel anlatı biçimlerinin dışında, kendine özgü bir görev üstlenmiş durumdadır Kısa öykü: İndirgemek. Her şeyi ve her sorunu bir duruma indirgemek ve bu durumu açıklamak zorunluluğuna yer vermemek. İşte Kısa öykünün bir işlevi de budur.
   Kısa öyküyü gündemimize getiren diğer bir özellik ise, onun kendi dışındaki yazı disiplinlerini ve özellikle de “dil kurallarını” pek ciddiye almaması olarak yorumlanabilir. Bu tür anlatılırda dilin yerleşik kullanımına ve kurallarına başkaldırabiliyor. Yazar dil kurallarının içinde kalmak zorunluluğundan kurtulunca bilinçaltının akışı hızlanıyor. Dadaistlerle başlayan, sonrasında da Sürrealistlerle olgunlaşan, yazıyla bilinçaltını boşaltma (otomatizm) deneylerine sonuna kadar kapılarını açan bir tür. Bu özelliği nedeniyle de yer yer Kara edebiyat, Anarşist edebiyat, Yeraltı edebiyatı diye de nitelendiriliyor. Ya da bu türleri besleyen bir olanak sunuyor. Bu tür tamamen bireyseldir ve toplumsal kurtuluş önerilerinde bulunmazlar.
Diğer yandan devrimci bir özellik sergilemektedirler. Bu özelliğini hız karşısında, karşıt bir hız olmasından alır. Bir virüs gibi sistemin içine girip, onun yönetselliğini kısa bir süre de olsa devre dışı bırakmayı amaçlamaktadır. Okuru kendi diliyle düşünmeye sevk ederken, diğer yandan da şaşkınlığa uğratmakta ve eyleme davet etmektedir.
Klasik öyküde yazar on iki rauntluk bir boks maçına soyunur. Boksörlerin birbirlerini tanıması ısınma yumruklarının atılmasıyla başlar. Ardından kombine yumrukların atılması, ringde boksun gereği olan ayak, vücut ve kol hareketlerinin gösterilmesi, sıkı savunma örneklerinin sergilenmesi, zaman zaman boksörlerin birbirlerini indirmesi üzerine hakemin saymaya başlaması, seyircinin galeyanı, antrenörlerin taktikleri, nihayetinde (çoğu zaman olduğu gibi) boksörlerden birisinin maçı sayıyla kazanmasıyla sonuçlanan bir olayı anlatır. Maçı izlemeye gelen seyirciler için düzenlenmiş bir gösteri, bir şov gerçekleşmiş olur. Maç bittiğinde diğer maçlardan temelde farkı olmayan bir süreç yaşandığı için, olay olağandır. Bir sonraki maç beklenir. Bazen bu şovu kısa kesen boksörler de olur. İşte bu durum bile seyirci için şaşkınlık yaratmaz. Çünkü boksörlerin gücü, teknikleri, yapabilecekleri ve yetenekleri önceden bellidir. Bir küçük olasılık olarak, bazen sürpriz sonuçlar da alınır ama maç başından itibaren on iki rauntla kurgulandığı için bu sonuç, kurgunun içinde kalır. Kalıcı bir şaşkınlık yaratmaz.
   Durum Öyküsünün kahramanları asla ağır sıklet bir boks maçına çıkmazlar. Buna güçlerinin yetmediğinden değil de, zamanın uzun olmasından dolayı karşı çıkarlar. Azami raunt sayısı iki, üçtür. Neden üç denilecek olursa, oldukça kısa bir süre: Bir-iki-üç… Son derece hareketlidir maç, izleyiciler en küçük bir hareketi kaçırdıklarında geriye dönüşlerinin ya da aynı hareketin tekrarı olmayacağını bilirler. Belki de kaçırılan hareket, maçı bitiren hareket olacaktır, olma ihtimali yüksektir. İzleyiciler hareketlerin tümüne ilgi göstermek zorunda kalırlar, bu yüzden de dikkatli olmak zorundadırlar. Maçın içine girmeye çalışırlar, ancak maçın hızı buna pek olanak vermez. Seyirci maça hâkim olmak için daha fazla çaba göstermelidir. Alışılmışlığı aşındıran maç bir kurguyla değil, bir durumla ortaya çıkar. Seyircinin canı sıkılsa da, şova karşıtlıktır bu durum. Klasik, yerleşmiş beklentileri boşa çıkartır. Ve maç genellikle kısa sürede, ani ve tek bir yumrukla, nakavtla biter. Oluşan hız, oradaki seyircilere de bir tepki sayılabilir. Yine mevcut mekânı hızla terk etmek de mekanın örgütsel yapısına bir tepki olarak düşünülebilir.
Kısa öyküler bir karıştırıcıdır. İnsanın estetik beğenisine, bu güne kadar getirdiği geleneksel yapıya, ahlaki kimi tutumlara, edebi kuralları oluşturan etik-estetik-politik yapılara müdahale edebilir. Öyküden haz alınmasından çok, öykünün içindeki zamanların, bu zamanların içerisinde oluşan durumların düşünülmesini önerir. Ve geçmişten gelerek, geçmişe gidecek olan şimdiki zaman aralığında, bir durumu tutar. Yazar da, okur da bu durum karşısında yetenekleri ölçüsünde anlamlıdır.
Olay öyküsünün, romanın ya da kısa romanların açıklamalar katarak anlatmasına, tüm zamanları kullanma rahatlığına, fiziksel zamanın uzunluğuna, biçimsel hacmine, betimlemelerine vs. bağımlı olan duygu, düşünce ve haz yapısının yerine, anlamın alışılmadık katmanlarını getirir ve orada okuru alışılmadık düşünce katmanlarıyla baş başa bırakır, okuru zorlar, zora sokar.
Klasik bir öykü kapitalizmi ve onun yarattığı sömürü düzeninin insan bedeni ve ruhu üzerindeki olumsuz etkilerini tüm tarihsel nedenleriyle anlatırken, Durum ya da Kısa öykü sokağın köşesindeki benzin istasyonunu havaya uçurmayı önerir.
Aradaki fark böylesine radikaldir.

Aydın ŞİMŞEK
Sınır Dergisi / Sayı 8 / Mayıs Haziran 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder