A
|
va Yayınları Genel
Yayın Yönetmeni, aynı zamanda öykü yazarı ve çevirmen olan Ronî War; kitap okurlarının bir hayli düşük olduğu bir coğrafyada
yayınevi açmanın cesaret isteyen bir iş olduğunun farkındalığıyla
oylumlamış Türkçe’ye çevrilmiş ilk öykü kitabını. Bununla beraber okur
kitlesinin okunmaya değer kitapları da okumadan geçmediklerinin bilincinde ki
yeni anlatım yollarını deneyerek sıkı bir kitap daha ortaya çıkarmış.
Basit
değil, yalın bir dili var. Kurmaca evet, ama öylesine ince ayrıntılarla bezeli
ki gerçeğin ta kendisi dedirtiyor adeta. Ronî War’ın öykü kişileri sizsiniz,
benim... İnsan sıcağı ve gülümseyişler/gülümsetişler serpiştirilmiş yirmi iki
kısa öyküden oluşuyor Kuyudaki Taş. Öyküler, kahramanlarının kendilerine özgü
dünyasında hayatın gerçeğini hayal süzgecinden geçirerek geleneksel hikâyelere
bağlanan başarılı yapılarıyla dikkat çekiyor. Ağırlıklı olarak, ikinci tekil
olan ‘sen’ diliyle kaleme alınmış öyküler, okuru öyküye çabucak dahil olması
için ne de güzel kışkırtıyor.
“Koluna süt, kül ve iğne ile yaptırdığın
yeşil aslan dövmesi saldırıya hazırlanmış. Adam giysilerini çıkarıyor. Ondan iç
çamaşırlarını da çıkarmasını istiyorsun. Şaşkın bakışlarıyla sana bakıyor.
Kükrüyorsun, onları da çıkarıyor. Birkaç okkalı tekme indiriyorsun kıçına, yere
devriliyor.” (syf.16)
“Benim senden söz etmem de olmaz.
Söylediğin sözlere elçi de olabilirim ama hayır, ben ve sen birlikte bu
sohbetin harcını oluşturacağız.” (syf.17)
“Sen her zaman gittiğin çay bahçesine
gidip oturuyorsun. Yazmak için yoğunlaşıyorsun. Hangi yazında ne var, neyi
eksiltip neyi eklemen gerekiyor? Düzeltilmesi gereken nedir? Bunları
düşünüyorsun… Yine yazma kaşıntısı ve huzursuzluğu bedeninde dolaşıyor.
Dolmuşta istemeden dinlediğin o adam ile başından geçenler aklına takılıyor.
Gelip bilgisayarın başına oturuyorsun.”
(syf.31)
“Dalgalar birbirini aşarak geliyor.
Beyaz köpük denizin yüzeyinde görünüyor. Foşşş şaaap, foşşş şaaap, foşşş şaaap.
Foşşşşş şaaap foşşşş. Oturduğun kaya tenine batıyor! (syf.38)
“Kızın alnından başlayarak şimşeklerin
çaktığı gözlerine kadar geliyor, sonrasını anlatmıyorsun… Sanki onun için sarf
edeceğin sözlerin astarı bir şeye takılıyor. Sanki söz inada binip onun için
akmak istemiyor. İnsanı yalancı güneş gibi kandırıyorsun.” (syf.68)
“İsyüzlü, bıçağı bir iki iteleyip
bedenine hafiften saplıyor. Birden bir acı hissediyorsun. Bıçağın ucu teninden
içeri girmiş.” (syf.78)
“Her gün insanlardan kaçan sen, bugün
kalkmış yanında insan arıyorsun, bundan daha tuhaf, daha ilginç bir şey
olabilir mi?” (syf.91)
Öyküler
bir solukta okunabiliyor. Sonrası okura kalıyor. Tam da bitti denilen noktada
başlıyor çünkü aslında her şey! Ronî War’ın bu bağlamda oluşturduğu özgünlük,
adeta öykünün sınırlarını zorluyor ve insanın kafasında soru işaretleri
oluşturmayı başarıyor.
Adından
da anlaşılacağı gibi Kuyudaki Taş, var olan ciddi sorunları ironik bir şekilde
sunma çabası ve trajediyi mizahi yolla yazıya dökme gücü olarak karşımıza
çıkıyor.
İster
‘Karacadağ pirinci gibi beyaz dişler’le (syf 80) gülün ardından, ister birinin
kuyuya attığı taşı çıkarmakla uğraşadurun, bu yirmi iki öyküden geriye
aklınızda güzel tınılar kalacak.
Ronî War, Kuyudaki Taş, AVA Yayınları, 2010, 96 s.
Seviye MERİH
Sınır Dergisi / Sayı 8 / Mayıs Haziran 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder