14 Mayıs 2013 Salı

Röportaj / Sine ERGÜN


Sine Ergün kimdir?
1982’de Biga’da doğdu. Defne ve Notos Kitap Yayınevi’nde editör olarak çalıştı. Notos Öykü Dergisi’nin editörlüğünü üstlendi. Öykü, şiir, deneme ve çevirileri Kitap-lık, Notos, Özgür Edebiyat, Sözcükler, Sıcak Nal, Ğ, Patika, Sınır dergilerinde ve çeşitli derlemelerde yer aldı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyor.                                                                                                         
Kitapları: Burası Tekin Değil, Öykü, 2010 Yitik Ülke Yayınları

Öncelikle şöyle başlayayım. Sanırım editörlüğün zor, zahmetli bir iş olduğunu bilmeyen yok. Bu genç yaşta yaptığınız, üstlendiğiniz, ciddi  yayınevi  ve dergi editörlükleri yazın hayatınızda size neler kazandırdı?
Editörlük yolun başında bir yazar için bulunmaz meslek. Okul gibi. Kişinin düşmesi olası tuzakları önceden görmesini sağlıyor. Nasıl yazmalı, sorusunu kendim için yanıtlamamda bana hayli faydası oldu. İki-üç yıl çalıştım editör olarak. Şimdi arada yayınevlerine dışarıdan düzelti yapıyorum.

Teknolojinin giderek yaygınlaştığı bu çağda internet ortamlarında yayımlanan e-gazete, e- dergi, e-kitapları nasıl değerlendiriyorsunuz? Buna bağlı olarak ileriki günlerde kitapların ikinci plânda kalmasıyla ilgili herhangi bir kaygı taşıyor musunuz?
Kafam karışık. Bir yandan olumlu değerlendiriyorum. Bilgisayar odaklı yaşıyoruz. Bu durumda kitaba yaklaşım değişiyor olabilir, kâğıdın dokusu, kokusu insanlara eskisi kadar etkileyici gelmiyordur belki. O zaman e-kitap bugünün alışkanlıklarına uygun. Görseli bol, bu yüzden baskı masrafı fazla, okuru az kitapların yaygınlık kazanması açısından da işlevsel olabilir. Korsan kitap sorununa bir çözüm niteliğinde de olabilir, bunu zaman gösterecek.
Öte yandan, umarım e-kitap basılı kitabın yerini almaz, yalnızca alternatifi olur. Birçok kişi gibi benim için de kitap fetiş nesne, değeri yalnızca okuma eylemiyle sınırlanamaz.
Korkulan gerçekleşir de e-kitap piyasaya hâkim olursa, muhtemelen lüks tüketime girecek tasarım kitaplar ağırlık kazanır.

Peki, aslında ben kitabınızdan, yazdıklarınızdan konuşmak istiyorum biraz. Bir benzetmeydi. “Yayımlanan ilk yazı bir bilettir. Bir yolculuğa çıktığınızı söyler” diyordu. Ki çoğu zaman bu geri dönüşsüz bir bilettir. Siz de çeşitli dergilerde yayımlanan yazılarınızdan sonra Burası Tekin Değil’le yazın yolculuğunuza devam edeceğinizi gösterdiniz. Bizimle bir dinlenme tesisinde bir röportaj vesilesiyle soluklanırken neler söylemek istersiniz okuyucular/ınız/a bu zamana kadar yaptığınız zahmetli yolculuk hakkında?
Yayımlanan ilk şiirimi dergide gördüğüm ânı anımsattı sorunuz. Yedi yıl önce. O hissi belki kitap çıktığında bile yaşamadım. O dönemde öyküden çok roman, şiir, tiyatro oyunları okuyor ve yazmaya çalışıyordum. Hem yazar hem oyuncu olmak istiyordum. Sonradan ikisinde de aynı anda iyi olmanın olanaksızlığı konusunda ikna edildim. Bugün olsa bu öğüdü dikkate almazdım.
Bundan yaklaşık on yıl önce bir yıllığına yurtdışında yaşamıştım. Türkçe ile hiçbir şekilde karşılaşmadığınız, o zamanlar iletişim araçlarının oldukça pahalı ve yavaş olduğu bir ülkede. Türkiye’den bir mektubun elinize ulaşması bir buçuk iki ay alıyordu. Yanıma ancak yirmi kitap alabilmiştim. Türkçeyle en güçlü bağlantım onlardı. Şimdi hangi kitaplardı bunlar, hepsini anımsamıyorum, sanırım Beckett’in ve Tezer Özlü’nün birer kitabı, Yaşadığımı İtiraf Ediyorum ve Kış İkindisinin Evinde vardı aralarında, bir de Yüzyıllık Yalnızlık, Eva Luna ve Yeni Hayat. Bitmesinler diye azar azar, bitince de tekrar tekrar kitapları okudum. Sonra Marqúez, Allende ve Pamuk’un öteki kitaplarını da istedim ailemden. İlginçtir, bugün baktığımda bu yazarlarla aramda edebi bir bağ yok. Ne konu ne de biçem olarak. Oysa bir yılımı bütün kitaplarını tekrar tekrar okuyarak geçirdim.
Hayatımın odağında yazının olmasına lisede karar vermiştim. Okuma hastalığına yakalandığım o bir yılda ise bunun hiç de sandığım kadar kolay olmayacağını anladım. İçimi, ya hayatımı yazmaya adar da hiçbir zaman okuduğum yazarlar kadar iyi olamazsam korkusu kapladı. Uzun bir süre gönderdiğim her şey dergilerden döndü. O yüzden şiirimi dergide gördüğüm ânı bütün duruluğuyla anımsıyorum. O zamanlar yaygın dağıtımı olmayan bir Ankara dergisiydi. Yirmi bir yaşındaydım ve bu benim için çok önemliydi.
İstanbul’a dönüp de yayınevinde çalışmaya başladığımda hayatım okumak, seçmek, düzeltmek ve yazmaktan ibaret oldu. Şiire devam ederken bir yandan öykü yazmaya başladım. Gülten Akın’ı, Vüsat O. Bener’i, Raymond Carver’ı, Çehov’u en yakınımdan yakın bildim. Yazdıklarım dergilerde sıkça yer bulmaya başladı. Üniversitede çalışmaya başlayınca ise okumaktan da yazmaktan da uzaklaştım. Kitap öyle bir dönemde basıldı.
Bugün, yolculuğun dönüm noktalarından birindeyim. İstifa ettim. Bundan sonra bir tek yazma isteğiyle.

 Bir tarafta sanatçı olmak için Tanrı vergisi olan yeteneği savunanlar, diğer yanda yetenek diye bir şeyin olmadığını; eğitim-öğretimin, çalışmanın, birikimin sonucu olduğunu savunanlar… Bir zamanlar yazar olmak için ne gerektiği sorusuna; Ernest Hemingway birkaç özellik sıraladıktan sonra maalesef yetenek demiş. Neler söylemek istersiniz bu konuda? Siz de maalesef yetenek diyenlerden misiniz? Yoksa…
- Bilmiyorum. Her şeyden önce karar sanırım. Sanatçı olmaya karar vermek. Yetenek ile emeğin oranı nedir bu süreçte, bilmiyorum. Bir yandan da yeteneksizlik de yetenek kadar önemli. Yeteneğiniz olmadığı yanlarınızın farkında olmak. Gözlem yeteneğim zayıf, genel olarak dikkatsizim, hep öyleydi. Unutkanım da. Kişilerin elleri ve belirgin tavırlarını net anımsarım, gerisi silinir gider. Bir yazar için olumsuz özellikler. Bu yüzden gözüme çarpan şeyleri not alıyorum, kitabı altını çizerek okuyorum, eskiden önüme bir resim alıp santim santim betimlerdim. Ancak böyle çoğu insanın kolaylıkla anımsayabildiklerini aklımda tutabiliyorum.
Özetle, yetenek ne kadar önemliyse, yeteneksizliği onarmak için harcanan emek de o kadar önemli. Hem sanatta hem hayatta.
Ama önce karar.

Şair Y.Odabaşı bir şiirinde, şiirlere Mesih benzetmesi yapmıştı. Bunu daha da genişleterek sanatın bütün dallarını Mesih olarak görebilir miyiz bu aydınlık karanlık çağda? Ya da siz öyküleri/ öykülerinizi neye benzetiyorsunuz?
- Edebiyat türleri arasında bir Mesih varsa, evet, o şiir. Kurmaca yazın için bu söylenebilir mi, bilmiyorum. Bu birini ötekinden üstün tutmak değil, yalnızca farklı işleve sahip olduklarını düşünüyorum.
Öykülerimin bu karanlık çağda birilerinin yolunu aydınlattığını düşünmüyorum, okuduğum herhangi bir öykü de benim yolumu aydınlatmadı. Öyküler, hayat nasılsa ona dairdir, okumayı sevdiğim türde öyküler en azından. Öyküyü ve öykülerimi bir şeye benzetmem gerekse muhtemelen fotoğraf olurdu. Fotoğrafçının bakış açısından belki, ama neyse onu yansıtan.

Günümüzde artık uzun öyküler yazılmıyor, okunmuyor. Hatta şimdilerde Kısa Öykü de iyice kısaldı. İki, üç satırlık Çekirdek Öyküler yazılmakta… Bu konuda ne söylemek istersiniz bize bir kısa öykü yazarı olarak? Ya da şöyle sorayım: Heyecandan tuttuğunuz nefesiniz sizi boğduğu için mi öyküleriniz bu kadar kısa?
- Metnin arılığı önemli bence öykünün uzunluğundan çok. Öykülerimin bir solukta yazılmış olma izlenimi vermesi hoşuma gidiyor. Ama çoğunlukla yazdığım ilk taslak yayımlanan halinden çok daha uzun olur. Bu tek sözcük olmasa metin eksik kalır, denecek noktaya dek fazlalıklarının alınması gerektiğini düşünüyorum. Bana bunu dedirten öyküler en çok beğendiklerim. Böyle bir öykü çok fazla imge ve olay barındırıyorsa uzun da olabilir.

Öykülerinize baktığımızda an yoktur ki öyküsü yazılmasın diyorsunuz adeta. Buna bağlı olarak öykülerinizdeki karakterleri gene burnumuzun dibinden seçip, bir bakıma öykü yazamamamızı gözümüze sokuyorsunuz. Bu konuda bir mesaj vermeye mi çalışıyorsunuz? Ya da… Böyle ne yapmaya çalışıyorsunuz?
- Bilemedim ne diyeyim. Aslında ilginç bir rastlantı oldu bu. Dün geçmiş defterlerimi karıştırıyordum işe yarar bir şeyler çıkar mı diye. Bir süre, ne yazılmaya değer’in üstüne kafa yormuşum. Okur yazdıklarımı niçin okusun. Sonunda sorunun ne değil nasıl olması gerektiğine karar vermişim. Nasıl yazmalı. Kendime notlar: büyük şeyler söylemeye, okuru şaşırtmaya çalışma, kimse senden daha az zeki değil.

Öykülerinizin neredeyse tamamında bir tekinsizlik mevcut. Öykü yazabilmek için ille de tekin olmayan yerlerde mi dolaşmak gerekiyor? Bu dünyanın/hayatın içinde hiç mi tekin olan yerler/bölümler yok sizce?
- Hayatta, evet, tekin yer yok bana göre. Öykü yazmak için tekinsiz yerlerde dolaşmak o yüzden zor değil.

Hayat nasıl oldu da o anda size ölmek istiyorum demek gibi geldi?
- Bu ifadenin geçtiği öyküde, anlatıcı yıllardır görmediği, eskiden her şeyiyle mükemmel ve saf olduğunu düşündüğü bir arkadaşıyla karşılaşır. Başına kötü şeylerin geldiğini duyduğu arkadaşı yine aynı mükemmelliktedir, yine de bakışlarında bir şey –ölümü– yakalar.
Aynı bakışı, başına bir şeyler gelmiş herkesin –yani herkesin– gözünde anlık da olsa yakalamak mümkün bence. Kimilerinin yaratılıştan dokunulmaz olduğunu düşünürüz, ama değil, ya da en azından ben rastlamadım.
Belki yanılıyorum ama kimsenin bir an bile olsa ölmeyi istemediğini, en azından ölümün nasıl bir şey olduğunu düşünmediğini sanmıyorum. Öykü de bununla ilgili.

Bir yazar yazdığı sürece okur da sürekli soracaktır. Öykülerinizde neye ağladığınızı tam olarak bilmiyoruz. Ama neye ağlıyorsanız bütün bunlar akıp gitti mi yoksa daha ağlayasınız var mı? ( Eğer ‘ağ’layacaksanız, ağlarınızdan kurtulmamıza da lütfen yardım ediniz!)
- Size de demiştim ya, soru yanıtlamakta iyi değilim diye. Sanırım okur olarak içimden yazara soru sormadığımdan. Belki meraksızlığımdan, belki yazarın da yazdığından fazlasını bilmiyor olduğuna dair inancımdan dolayı.  
Sorunuzu anladığım kadarıyla şöyle diyebilir miyiz, Yazmaya aynı biçemde mi devam edeceksiniz? Evet, şu an yazdığım öyküler de aynı çizgide. Ama bir şeylerin sonuna varıyor olduğumu –olduğumuzu– hissediyorum. Umarım sanatın gereksizleştiği, gereksizleşmese bile olan biteni anlatmaya gücü yetmediği günler gelmez. O zaman, anlatabilmek için, farklı biçemler, konular arıyor olacağız. Tam da bu korkudan yola çıkarak yazmaya başladığım bir roman var. Ama tamamlamak, şu an entelektüel olarak beni aşıyor. Çok okuma yapmam gerek.

Son/ön soru olarak, editörlük  yaptığınızı da göz önünde bulundurarak: Anadolu dergileri hakkında ne düşünüyorsunuz çıkmaları/çıkarılmaları konusunda?
- Anadolu dergileri diye ayırmadan, ana akımın dışında bir şeyler yapan bütün dergiler çok değerli. Bugün biliyoruz ki edebiyat –özellikle öykü– anlayışını birkaç dergi baskın biçimde etkiliyor. Bunu bilinçli bir tahakküm kurulmaya çalışılıyor anlamında söylemiyorum. Okur sayısının azlığı, dağıtımdaki maddi güçlükler nedeniyle zaten birçok derginin yaygın dağıtım ağına giremiyor oluşu bu durumu tek başına doğuruyor. Aynı nedenler dergilerin çoğunun kısa soluklu olmasına da neden oluyor. Durum böyle olunca aynı kanallardan beslenip üretiyor, aynı kanallar üstünden sunuyoruz. Çeşitlilik okuru da yazarı da sıkacak denli az. Kendi okurunu ve kendi yazarlarını yaratacak dergilere gereksinim büyüyor. Ne ki bunun için bir derginin kendi kültürünü oluşturması, bunun için de uzun soluklu olması gerek. Burada başladığım yere dönüyorum. Bu ekonomik koşullarda bir derginin uzun soluklu olması ortalığa bırakılmış yeni doğan bir çocuğun hayatta kalması kadar zor.
Bir de ne yazık ki özellikle Anadolu dergilerinin yüzleştiği bir sorun var. İstanbul’da olmayanın görünmezliği. Oysa, söylemek haddime mi bilmiyorum, bana göre diyeyim, İstanbul bitti. Bitmediyse de önünde sonunda bitecek. Yine bana göre, yeni bir şey buradan başlayıp yayılmayacak. İleriki günlerde yeni bir dergicilik anlayışı ya da yeni bir okur kitlesiyle karşılaşacaksak bu İstanbul çıkışlı olmayacak. O yüzden Anadolu dergilerinin işlevi her zamankinden büyük.

Umarım, verdiğiniz bilgiler, okuyucular/nız/ın belleklerindeki kimi soruları cevaplamış, yeni sorulara zemin hazırlamıştır. Bize zaman ayırdığınız için Sınır Dergisi adına size çok teşekkür ediyorum.
- Ben teşekkür ederim. Sınır Dergisi çok değerli.
-------------
*Yukarıdaki röportaj M.Uçan tarafından Sınır Dergisi adına yapılmıştır. Sınır Dergisi kaynak gösterilmeden (ç)alıntı yapılamaz.

1 yorum: