T
|
ren hayat gibi hızla
ilerliyordu. Kompartımanda iki kişiydik. Giyiminden taşralı olduğu belli olan
yirmi yaşlarında esmer, elmacık kemikleri oldukça belirgin; suskun yol
arkadaşım koltuğun köşesine büzülmüş uyuyordu. Bindiği zaman verdiği selam
dışında bir konuşmamız olmamıştı.
İstasyon kahvesinde başladığım kitabı
yarılamıştım. Gözlerimin, üzerine iki yumruk bastırılmışçasına ağrıdığını
hissettim. Çocukken yaptığım gibi burnumu cama dayadım ve gecenin karanlığında
görmeyeceğimi bilmeme rağmen çevremi görmeye çalıştım. Gece yaraların üzerine
kapanan bir örtü gibiydi. Bazen çiğnenmiş bir yemin gibi teselli arıyordu,
bazen güneşin altında sessizce kuruyan bir su damlası kadar sessiz oluyordu. Gece,
kimsenin kimseyi tam anlamıyla göremediği tek zaman dilimiydi.
Trenin aynı ritimde devam eden sesi, beni
yavaş yavaş uyku ile uyanıklık arasındaki tampon bölgeden alıp, uyku denilen o
masalsı ülkenin sınırları içine sürüklüyordu.
O sırada trenin, gramofonda çalan cızırtılı bir plağı dinlermiş hissi
veren sesi yavaşladı ve bir süre sonra da durdu.
Yol arkadaşım olan esmer çocuk, trenin
durmasıyla adeta bir yerinden bıçaklanmış gibi can havliyle yerinden fırladı;
‘’Geldik mi abi?’’ diye sordu. Uzun yolculuğumuz boyunca ikinci kez duyuyordum
sesini.
-Gelmedik, bir şey oldu herhalde.
-Oldu mu bu şimdi, dedi ve
okkalı bir küfür savurdu sonra da başının altına sıkıştırdığı paltosunu bir
yastığı kabartır gibi düzelterek uykusuna kaldığı yerden devam etti.
Kompartımandan çıkıp
neler olduğunu öğrenecekken, kondüktörün sesi duyuldu. Yolculara bir açıklama
yapmak için elinde zille bütün kompartımanları dolaşıyordu.
-Arıza var, trenin
yeniden ne zaman hareket edeceğini bilmiyoruz.
Beni kompartımanın kapısında
görünce aynı sözleri bana da söyleyecekken, benim diğer yolculara yaptığı
açıklamayı duyduğumu fark ederek diğer vagonlara doğru ilerledi. Arkasından
seslenerek nerede olduğumuzu sordum. Yüzüme bakmaya bile gerek duymadan sorumu
cevapladı:
-“Şefkat İstasyonu.’’
Daha önce bu ara istasyonda hiç inmemiştim,
küçük bir yer olduğu belliydi. Hayatın içinde karşıma hiç çıkmamış olan
şefkatle, karlı bir dağ istasyonunda yolumun kesişmesi ilginçti.
Kondüktörün ilerlediği yönün tersine
yürümeye başladım ve istasyona inerek çekmecede unutulmuş bozuk bir saatin
sessizliğindeki ince hüzün gibi kederli duran banka oturdum. Ortalığa göz
gezdirdim, karın yağışı, tren istasyonunda annesinin omzunda uyuyan kırmızı
atkılı kız çocuğu… Baktığım her yerde hiç sevilmemiş bir insanın yalnızlığı vardı
adeta. Omzuma dokunan o el olmasaydı, belki de bu hüzün çukurunun daha da
derinlerine inecek, çocukluk kadar eski bir zamanda kaybolacaktım.
-Böylesi ıssız bir
istasyonda karşılaşmak varmış seninle, yıllar sonra.
Sesin geldiği tarafa
başımı çevirdiğimde Yasemin’le göz göze geldim. Yıllar önce ellerini ellerimden
çeken, beni yapayalnız bırakan, arkasına bakmadan giden o değilmiş gibi
gülümsüyordu. Ne kadar zaman geçmişti, beni terk edilmiş bir evde unutulmuş bir
fotoğraf yalnızlığında bıraktığından bu yana.
Hiç saymamıştım. İnsan
umutsuz bir durum olunca saymak istemiyordu.
Hiçbir zaman dönmeyecek birini beklerken geçen
zamanı saymanın da bir anlamı yoktu. Ona hiçbir zaman anlatamazdım, gittiği gün
belki geri döner diye beni bıraktığı yerde yağmurun altında beklediğimi,
yokluğunda ters dönmüş bir kaplumbağa gibi doğrulmaya çalıştığımı ama hiçbir
zaman başaramadığımı, ‘’Nasılsın?’’ diye soran her insana ‘’İyiyim.’’ diye
cevap verirken, içimden ‘’Allah kahretsin! Hiç iyi değilim, canım acıyor.’’ dediğimi,
hayat şahane bir şeymiş gibi yaşadığımı anlatamazdım.
Ben hafıza bahçemde
dolaşırken Yasemin yanıma oturmuştu her zamanki rahat tavrıyla.
Lise yıllarından bir
arkadaşıyla karşılaşmışçasına sordu;
-Nasılsın?
-İyiyim, sadece şaşırdım
yıllar sonra seninle adını ilk kez duyduğum bir istasyonda karşılaşınca
şaşırmam normal sanırım.
-Haklısın, ben aynı
trende yolculuk ettiğimizi bilseydim yol arkadaşı olurdum sana. Belki de
istemezdin değil mi?
İstemez miydim?
Belki de…
Sorduğu sorunun cevabını
beklerken gözlerimin içine bakıyordu, sanki aradan yıllar geçmemiş gibi. Cevap
vermektense susmayı seçtim. Konuşmaktan çok, susmayı öğretmişti bana
yaşadıklarım. Aşk konuşarak değil susarak ifade edilebilen bir duyguydu. Cevap
vermeyeceğimi anlayınca ortak arkadaşlardan, tanıdıklardan konu açtı. Ben
Yasemin’i hatırlatan her şeyi ve herkesi mazi olarak kabul ettiğimden belki de,
bahsettiği isimlerin nerede ne
yaptıklarını bilmiyor, daha da acısı merak etmiyordum. Yasemin gittiğinden bu
yana, o günlerde görüştüğüm kimseyle görüşmemiştim. Murat’la, geceler boyu
Yasemin’i anlattığım en yakın dostumla bile. Herkesten, her şeyden, çocukluğumun
geçtiği Ankara’dan kaçmıştım.
Güneydoğu’da küçük bir
köye, Yedibölük köyüne yerleşmiş, küçük bir ilkokulda öğretmenlik yapmaya
başlamıştım.
Yasemin hiç
değişmemişti; eskisi gibi neşeli, hayatı ciddiye almayan Yasemin’di. Oysa ben
ne kadar çok değişmiştim.
Yasemin, sadece isimlerini hatırladığım
birçok kişinin hayatlarındaki değişiklikleri anlatırken, ben hala devam eden
karın adeta bir masal ülkesine çevirdiği istasyonda Yasemin’in ellerini
ellerime alıp “Her şeye yeniden başlayalım, bırakma bir daha ellerimi.’’
demenin provasını yapıyordum beynimde.
Mümkün müydü bu?
Kapatabilir miydik açtığı yaraları? O ister miydi bunu?
İsterdi belki.
Belki de…
Trenin bacasından
yükselen dumanla birlikte istasyon görevlisinin sesi duyuldu:
“Ankara yolcusu
kalmasın, arıza giderildi, tren hareket etmek üzere.’’
Yasemin’le göz göze
geldik, içimden geçenleri söylemek istiyor, ama vereceği cevaptan korkuyordum.
Bir kez daha gitmesini kaldırabilir miydim?
“Artık gitmeliyim, belki
gene karşılaşırız.’’ dedi.
Kurduğu cümledeki bütün
harflere çiçek açtıracak kadar mutlu bir hayatı olduğunu anladım.
Düşündüklerimin hiçbirini
söyleyememiştim.
Onca şeyi yaşamamışız gibi, Kızılay’da eli
elimin içinde yürümemişiz gibi, sınavları kötü geçtiğinde üniversitenin
kapısındaki ıhlamur ağacının altında onunla birlikte ağlamamışım gibi…
Elimi sıkmak için
uzandığında gecenin karanlığında bir halkanın parladığını gördüm sol elinin
orta parmağında. Gecenin ayazında terlediğimi hissediyordum. Yasemin evlenmişti.
Yüzüğe baktığımı anladı
ve ben sormadan açıkladı:’’Evlendim ben, bir kızım var, ismi Eylül, anaokuluna
gidiyor.’’ dedi ve hiç değişmeyen gülümsemesini kondurdu yüzüne, kalbimde bir
hançer derinlere doğru saplanıyordu.
Sormaya cesaret
edemiyordum kiminle evlendiğini.
Elini sıkarak,
mutluluklar diledim ve trene yöneldim. Ama içimde sinsi bir tümör gibi büyüyen
merak, mezarında rahat edememiş bir hayalet gibi huzursuzdu. Yasemin vagona binerken koluna dokunarak cevabından
hayat kadar korktuğum o soruyu sordum.
“Okuldan biri mi, yani
tanıdık mı, eşin?’’
Yasemin’in yüzünden bir
yağmur bulutu geçti sanki, yutkundu gözlerini ayaklarının ucuna dikerek sorumun
yanıtını verdi.
“Murat’la evlendim
ben.’’
İçindeki yüzlerce
yolcusuyla birlikte trenin, dizlerimin üstünden geçtiğini hissettim, ayaklarımı
hissetmiyordum adeta, o anda aynı vagonu paylaştığımız yol arkadaşım yanıma
gelip de,
“Ağbi sana bakmaya
geldim, kalkıyor tren, hadi binelim.’’ demeseydi belki de trene binecek gücü
bulamayacaktım kendimde.
Yasemin’i asıl şimdi,
Şefkat İstasyonu’ndaki o tahta sırada yaptığımız kısa konuşma sonrası
kaybetmiştim.
Trene bindikten sonra
dışarıdaki kara rağmen ateşimin çıktığını, bütün vücudumun terlediğini
hissettim. Adının Kemal olduğunu öğrendiğim yol arkadaşım çoktan uykuya
dalmıştı.
Camı açıp dışarı
baktığımda, Şefkat uzaklarda kalan küçük bir nokta olmuştu.
Didem GÖRKAY
Sınır Dergisi / Sayı 8 / Mayıs Haziran 2011
*Elazığ Baskil’de bir
istasyon.
1944 yilinda, İlkokulu bitirdigim sene, Sefkat İstasyonu'nda annemin dayisi olan istasyon sefi Hakki Turkmen'in yaninda bir yaz gecirmistim. O issiz tabiat icinde tek yapi olan istasyon, bahcesi, havuzu, gelen giden trenler, ' Onbasi' lakapli makascinin cocuklari hic bir zaman unutmadigim seyler. Ayrica, o donemlerde, insanlar o kadar fakirdiler ki en az iki saat yuruyerek geldikleri istasyondan Baskil' e, Malatya'ya, Yolcati veya Elazig'a gitmek icin ancak sut, yumurta, penir, yag, pilic gibi seyleri takas ederek bilet alabiliyorlardi. Siz bunlari yasamadiniz ama hikayenizin guzel oldugunu, rahat okundugunu ve bana bunlari hatirlattigi icin benim icin ozel mana tasidigini soyleyebilirim. Basari dilekleri ile. Saygilar. Gunduz Gokce.
YanıtlaSil