S
|
orun çözme süreçlerinde sıkça kullanılan sebep sonuç ilişkisi
kavramına göre; herhangi bir yerde bir sorun varsa, o sorunu doğuran bir sebep
mutlaka vardır; tıpkı doğan bir çocuğun, doğuran bir annesi olduğu gibi. Bu
nedenle sorunları çözmek üzere yola çıkanların sorunların yanında, onları
doğuran analarını (sebeplerini) da hesaba katmaları halinde, teşhis ve tedavide
yanılmalarının mümkün olmayacağına inanılır. Hele, hele tedavi adına haddinden
fazla para, kaynak ve zaman harcandığı görüldüğünde, sorunların birer, birer
ortadan kalkması beklenir. Bu normal şartlarda doğru ve sağlıklı bir yaklaşım
şeklidir; ancak demokratik olmayan toplumlarda geçerli bir yol değildir; çünkü
eşitlik, hak, hukuk ve adalet temeline oturtulmayan, dolayısıyla kendisi sorun
yaratma kaynağı haline dönüşen toplum ve özellikle yönetimlerinin,
kendilerinden kaynaklanan sorunları sahiplenmeleri ve kendileriyle
ilişkilendirilmesine izin vermeleri mümkün değildir. Bu nedenle, sebepleri
meçhul hale getirilmiş sorunlarla toplumsal yaşamını tehlikeye sokmak
istemeyen toplumların, her şeyden önce demokratik bir düzene geçmesi
gerektiğini savunuyorum. Çünkü hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasilerde toplumsal
sorunlara sebep olanların, yarattıkları sorunlara aracı bir sebep (üvey anne)
bulup, arkasına saklanmaları mümkün değildir. Bu da toplumsal her bir sorunun
gerçek anneleriyle (toplumla/yönetimle) ilişkilendirilip, çözülebileceği
anlamına gelmektedir.
Tabi demokratik
düzene geçmeyi gerektiren tek neden bu değildir; demokrasilerin sunduğu başka
güzellikler de vardır. Bu güzelliklerden biri de toplumsal yaşamı garanti
altına alan eşitlik ilkesidir. Bu ilke gereği insanlara her alanda eşit muamele
yapılır. Örneğin, banka boşaltanlar ile baklava çalanların eşdeğer maddelerden
yargılanmalarına özel itina gösterilir. Bu itina ülke kaynakları paylaşımında
da söz konusudur. Gerçi ülke kaynakları paylaşımında küçük bir kesim daha fazla
pay alır; ama bunları büyütmemek gerekir; çünkü onlar nihayetinde azınlıktadır;
yani sonuçta çoğunluk eşit pay alır. Demokrasilerde din, dil, ırk ayırımı da
yapılmaz; sadece parti çatıları altında yarıştırılır ve çatıştırılırlar. Ama
insanlar bundan büyük bir keyif alır. Tıpkı futbol müsabakalarındaki gibi
birbirlerini topa tutar ve eğlenirler. Bu nedenle heba olan milli servet hiç
kimsenin umurunda olmaz. Hatta toplumun birlik ve beraberliğine hizmet eden bu
yarışmayı siyasi partiler organize ettiği için onlara demokrasinin vazgeçilmez
unsurları unvanı verilir. Söz konusu demokrasilerde özgürlükler ise
sınırsız boyuttadır. Örneğin insanlar silahlanma, adam öldürme, çete kurma, çek
senet tahsilatı yapma, rüşvet alma, ihalelere fesat karıştırma, silah ve
uyuşturucu kaçakçılığı yapma, adam yakma, işkence yapma gibi özgürlüklere
sahiptirler.
Demokrasilerin
sunduğu güzelliklerden biri de insan haklarıdır. Bu haktan yararlanan en şanslı
kesim ise kadınlardır. Örneğin kabul etmeseler bile, onlara eşit oldukları her
fırsatta hatırlatılır. Seçimlerde nüfusları oranında temsil edilmeleri
gerektiği kabul edilir; ama ne seçilmelerine, ne de kamu kurumlarında
çalıştırılmalarına sıcak bakılmaz; ellerini sıcak sudan soğuk suya koymalarına
bile kıyılmaz; çünkü cennetin onların ayakları altında olduğuna inanılır. Bu
nedenle dövülmeleri, sövülmeleri, namustan sorumlu tutulup, töre cinayetlerine
kurban edilmeleri söz konusu değildir. Hakları korunan şanslı kesimlerden biri
de gençliktir; onların anti demokratik toplumlardaki gibi copla kovalanmaları
söz konusu değildir; tam tersine gençliğe o kadar güvenilmiştir ki, ülkenin
geleceği onlara emanet edilmiştir. Gerçi bu güne kadar ülke yönetimine gelmiş
değiller; ama en azından bu itibara layık görülmüşlerdir. Demokrasilerde
ayrıcalık tanınan tek kesim ise köylülerdir. Onlara milletin gerçek efendisi
unvanı takılmıştır. Ancak ne işe yaradığı tespit edilmediği için, bu güne kadar
sorun haline getirilmemiştir. Bu arada adalet için de söyleyeceklerim vardır.
Mesela adaleti sağlamakla görevli insanlar bağımsızdır; asla bir kişi, kurum ve
kuruluşun etkisinde kalmazlar. Demokratik ortamda fazla suç işlenmediği için
fazlaca işleri de olmaz. Zaten olan işler de farklı mahkemelerce paylaşılır;
yani işler hepten azalır. Dolayısıyla delil toplamakta sıkıntı yaşanmaz, hiçbir
dosya zaman aşımına uğramaz. Bu nedenle adalet personelinin vicdan azabı
çekmesi söz konusu olmaz. Görev yaptıkları binalar “Adliye Sarayı” isminden de
anlaşılacağı gibi lükstür. Maaşları eşitlik bozulmasın diye az verilir. Tabi bu
arada onca cezaevinin neden yapıldığını merak ettiğinizi tahmin edebiliyorum.
Bunun için dana altında buzağı aramaya gerek yok; onlar sokakta kalmış
insanların başını koyacak bir damı, sıcak bir çorbası olsun diye yapılmıştır.
Kısacası demokrasilerde insanlar güvence altındadır. Tabi sahip oldukları mal
varlıkları da güvence altındadır. Örneğin; toplumun ortak malları
özelleştirildiğinde elde edilen para toplum nüfusuna bölünür; ancak tespit
edilen hisseler sahiplerine değil, daha önemli işlerde kullanılmak üzere başka
yerlere verilir. Böylece insanların para görme şımarıklığıyla sorun yaratma ihtimalleri
de ortadan kaldırılmış olur.
Sözü buraya
kadar getirmişken, demokrasilerde olmayan, ama varmış gibi gösterilen sözde
sorunlara da değinmeden geçmek istemiyorum. Örneğin trafik sorunu;
neymiş? Yılda yüzlerce insan ölüyormuş; bir o kadar sakat kalıyormuş;
milyonlarca liralık milli servet heba oluyormuş. Bunların amacı yol
mühendislerini, müteahhitlerini, ehliyet veren kurumları, kısacası konuyla
ilgili kişi ve kurumları karalamak ve töhmet altında bırakmak. Oysa bu iddiayı
ortaya atanlar, kusurlulara uygulanan yaptırımların ne kadar hafif olduğuna
baksalar, bunun o kadar da büyütülecek bir sorun olmadığını kolaylıkla
göreceklerdir. Zaten önemli bir sorun olsaydı onlarca miting yapılmaz mıydı?
Ha…! Bazen de anayasa sorunu gündeme getirilir. Oysa kocaman uzmanların
anayasanın sadece saçı, başı, kıyafeti gibi basit şeylerle uğraştıklarını
görseler, demokrasilerde anayasal hiçbir sorunun olmadığını kolaylıkla
görebilirler. Sözde sorunların en anlamsız olanı ise, demokratik taleplerde
bulunmak; demokratik bir düzende demokratik taleplerde bulunmak; ilginç değil
mi? Bu konuda insanları anlamak mümkün değil; çünkü biraz etraflarına baksalar,
demokratik ülkelerin başka ülkelere demokrasiyi götürmek için, ne fedakârlıklarda
bulunduklarını açıkça göreceklerdir. Şimdi bu ülkeler başka ülkeye demokrasiyi
götürmek için malını canını verecek, karşı ülkeye gerekirse döverek kabul
ettirecek, ama kendi vatandaşından demokrasiyi esirgeyecek; bu kadar da
mantıksızlık olmaz. Demokratik ülkelerin komşu ülkelerle ilişkilerine gelince;
burada da büyük bir sorun yaşandığını sanmıyorum; çünkü demokratik ülkelerin en
çok komşularının yarısıyla sorunu olur. Bu da büyütülecek bir rakam değildir.
Zaten olsa, olsa birkaç komşunuz vardır. Bunların yarısı kaç eder ki? Bu arada
bir de küreselleşme sorunundan söz ediliyor; demokratik ülkelerin sorunuymuş
gibi. Oysa demokratik ülkeler zaten toplumsal örgütlenmelerini insanların doğal
ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik ortak amaçlar temeline oturtmuş,
farklılıklarını barıştırmış, dolayısıyla bunu başaran her toplumla birleşmeye
hazır hale gelmiştir. Bu nedenle bu sorunu demokratik ülkelere mal etmek doğru
değildir. Bu sorunu farklılıklarını barıştırmayı beceremeyen, dolayısıyla başka
ülkelerin farklılığına tahammül edemeyen anti demokratik ülkeler
düşünsün.
Yazının son
paragrafını okuduğunuz şu sıralarda eğitim, sağlık, işsizlik, açlık, asgari
ücret, çocuk hakları gibi sorunlar da mı yaşanmaz dediğinizi duyar gibiyim.
Yaşanır kardeşim yaşanır; ama yukarıda da belirttiğim gibi herkese eşit yaşatılır;
küçük bir azınlık hariç.
M. Salih EKİNCİ
Sınır Dergisi / Sayı 8 / Mayıs Haziran 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder