Y
|
ooook,
misafir olarak gelmiş. Yok, yok Batman’da değilmiş. Mardin’deymiş, Suriye
sınırına karşı oturuyormuş.
Nerden
mi biliyorum?
Az
önce telefonu, “Lê Dînê” şarkısının melodisiyle çaldı ya. Hani acayip bir
şekilde, “Aloooooo” diyerek konuşmaya başlamıştı ya!
Evet,
işte yine telefonundan, “Lê Dînê” melodisi yükseliyor.
Yemin billâh Seyran onun yanında, Mardin’in
en uç kısımlarından birinde oturmuş, sınırın öteki yakasını izliyorlar. Şimdi
de buyurun bakalım: Seyran dün akşam Kızıltepe’de yatıya kalmış ve bugün de
dönecekmiş. Yok yok dönecek ve telefonda konuştuğu kişi de bu cimriliğinden
vazgeçmediği sürece içinde bulunduğu durumdan kurtulamayacakmış.
Seyran geldi! Arayıp, henüz bulduğum
yalnızlık ve sessizliği paramparça etti. Laklak konuşuyor. O konuşuyor, ben
onun sesine kurulmuş, konuştuklarını yazıyorum.
Seyran
birilerinin babasının ağzına bok koyuyor!
Gazabından ürküyorum. Çok sinirlendiği
belli. Ondan çekinmeyecek babayiğit var mı? Sesini biraz kıstı. Sanırım
dikkatini çektim. Seyran, yanındaki sığırcık kuşuna benzeyen adamı dürtüyor…
Yine o eşsiz sesiyle, “Aloooooo, sağol... Evet. Sen nasılsın? Batman’ın
dışındayım… Halletmem gereken bir mesele vardı, ondan dolayı şimdi Batman’da
değilim... Sonra söylerim sana. Bir saate kadar döneriz... Yok yok yok… Peki,
tamam güle güle.” diyor. Konuşması bitince telefonu masaya bırakıyor. Rüzgârda
sigara içemiyor. Hiçbir tat alamıyor. Kimse sesini duymasın diye sözde sesini
kısıyor ve yine Sığırcık’ı eliyle dürterek, “Rüzgârda sigara içmenin ve
samanlıktaki samanların üzerinde o işi görmenin içine edeyim!” diyor. Vay be!
Anlaşılan Seyran’ın daha birçok fantezisi var ve ben onun o eşsiz sesiyle
bunları öğrenme şerefine erişeceğim.
İşte yine telefonla konuşuyor, Mardin Kalesi’nin yakınlarında olduğuna yemin
ediyor Seyran. “Bak, babanın kalbini kıracaksın ama… Annen - Seyran- sana öyle güzel bir kız bulmuş ki, sorma…
Oğlum akıllı ol, sen daha toysun! Evet, evet koçum, ‘Ondan daha güzelini
görmedim hiç.’ diyorsun. Bak dinle anan sana ne diyor: Çeşit çeşit kadın
vardır. Kimisi kadın, kimisi acı, kimisi dermansız dert, kimisi de aşk ile
muhabbettir. Anan sevgili oğluna nasıl birini bulacağını bilir. Ha, ha, ha, ha,
hem de kısa kollu giyiyor haaa!” diyor.
Çaycı
gelip masama bir çay bırakıp gidiyor.
“…Tamam,
yavrum tamam, birazdan dönüyoruz. Eve geliyoruz. Bu işler telefonla öyle
uluorta konuşulmaz” diyor. Eeeee Seyran bu, ne diyebilirsin ki? Seyran bu
aralar çok içiyormuş bu boktan sigarayı!
Sığırcık’ın göğüs kılları gömleğinden dışarı
çıkmış, saçları boyalı, sakalları ise kirli beyaz. Seyran birkaç kez, “öhö
öhö!” diyerek boğazını temizliyor. Bilmeyen, onun birazdan elini kulağına
götürüp yetenekli bir dengbêj gibi inleyeceğini, onun için de boğazını
temizlediğini sanır. Çantasından kolonyayı çıkarıyor, avucuna döküp, ellerini
yüzünde gezdiriyor, o sırada dirseğine kadar sıralı olan bileziklerinin çınlama
sesi etrafı sarıyor.
“Bir
çay daha içer misin?” diyor Sığırcık.
Kim senin yerinde olmak ister ki Sığırcık?
Yok. Seyran açmış. Çaycıya sesleniyorlar. Sığırcık, çağırdığı çaycıya Seyran
için kuşbaşı siparişini verdiği halde, Seyran, “Kuşbaşı olsun tamam mı? Tavuk
olmasın, yenmiyor zıkkımlar!” diyor. Seyran çaycı çocuğun karıştırmaması için,
birkaç kez tekrarlıyor, “Kuşbaşı, unutmayasın, tavuk getirme sakın!” diyor.
Gülmemek için kendimi zor tutuyorum.
Sinirden mi yoksa başka bir şeyden midir bilemiyorum. Güldüğümü fark etmemeleri
için yüzümü diğer tarafa çeviriyorum.
Sığırcık
yerinden kalkıp aşağıya doğru bakıyor. Sonra, “Hele gel bir bak, hepsi
uçurummuş! Eşeklerle falan inip çıkıyorlarmış, yoksa inip çıkamazlarmış!”
diyor. Seyran, “Yaaa?!” diyor. Kafasına mı yatmıyor, yoksa Sığırcık’ı
küçümsüyor mu bu “Yaaa?!” deyişi ile kestiremiyorum. Sığırcık başka bir şey de
söylüyor ama ne dediğini tam olarak anlayamıyorum. Ama Seyran’ın, “Bak, canımı
sıkıyorsun haaa!” demesinden, söylenen şeyin hoşuna gitmediği açık.
Onun sigarası Winston Light, Sığırcık’ın ise
kısa Samsun. Her biri kendi paketinden birer sigara çıkarıp yakıyorlar.
Seyran’ın çakmağının ibelo marka olduğunu farkediyorum. Caminin hoparlöründen
ses gelince, “Bismillah” deyip minareye bakıyor. Minarede oluşan çatlaklar
kaçmıyor Seyran’ın gözünden.
Seyran, çay bahçesinde oturmuş çay içiyor,
sigara içiyor, telefonda laklak konuşarak görüşmeler yapıyor ve dışardan yemek
istetiyor. Caminin hoparlöründen ses gelince de “Bismillah” deyip korkusunu
dışa vuruyor.
Hoparlörden gelen ses, “İki yaşında bir kız
çocuğu kaybolmuş, görenlerin camiye getirmeleri rica olunur!” diyor.
Fil iriliğinde bir adam öteden gelip
Seyran’ın masasına yaklaşıyor, “Tam bir saattir sizi arıyorum. Uçtunuz mu? Nasıl
kayboldunuz böyle birden?” diye soruyor. Seyran bu, lafın altında kalır mı hiç?
“Telefon edeydin ya Hacı, o belindeki telefon değil mi? Yoksa onu keser mi
sandın?”diyor. Hacı’nın kontörleri bitmiş ve parası kalmamış. Seyran, “Yaaaa?!”
diyor. Ve sonra her nedense, “Merhaba Hacı” diyor.
Sanki bir Seyran mı sigara içebilir? Benim
ondan neyim eksik? Benim sigaram da Winston, hem de “kırmızı” Winston! Ben de
içeceğim, ölmedim ya!
Bu arada Seyran Hacı’yı makaraya alıp öyle
bir gülüyor ki görülmeye değer. Yemeği de gelmiş. Seyran gülmesin de kimler
gülsün. Seyran yiyiyor. Benim de canım çekiyor. Acıktım mı acaba? Hayır hayır,
bu kadar iştahla yemesindendir herhalde canımın yemek çekmesi.
“İçinizi
ferah tutun, sıkılmaya, üzülmeye değmez bu dünya. Dünya malı dünyada kalır”
diyor. Durup dururken bunları neden söylüyor anlayamıyorum. Yemeğini yiyor,
kahkahalarla gülüyor. Ben de artık gizlemeden gülüyorum. Kendimi daha fazla
tutamıyorum. Çok yaşa sen e mi Seyran, başka ne diyeyim ki?
Aman!
Gözlerini bana dikmiş bakıyor!
Seyran
yemeğe neden gereksinim duyuyor bilmiyorum, zaten kadana gibi!
Seyran
kalkıp gitti.
Uğurlar
olsun.
Birazdan
Batman’da olacak.
Bugün
de geçti ve bir günüm daha ziyan oldu!
Akşam
bastırdı, karanlık çöküyor ve rüzgâr hafiften esmeye başladı.
Ben
ise hala yerimde oturuyorum!
Seyran
şimdi Batman’a ulaşmıştır, ben hiçbir yere ulaşamadım…
Ronî WAR
Sınır Dergisi / Sayı 8 / Mayıs Haziran 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder