14 Mayıs 2013 Salı

Kilise Tepesi Çıkmazı


B
alıkesir’in Ayvalık ilçesi açıklarında kaçak göçmenleri Midilli Adası’na götüreceği belirtilen tekne fırtına nedeniyle battı. Cumartesi sabaha karşı ilçenin karşısındaki Cunda Adası’ndan hareket ettiği sanılan tekneden kurtulan olmadı. Cesetleri arama çalışmaları sahil güvenlik komutanlığına bağlı bir helikopter, bir bot, sivil savunma ve kurtarma birliklerine ait iki Zodyak botun yanı sıra Ayvalık Limanı’ndaki balıkçı teknelerinin desteğiyle yürütülüyor.
Ben kötürüm bir adamım önünde sonunda…
   Kör Salih sigaramı, ekmeğimi getirir, karısı da haftada bir uğrar, evi siler süpürür, iki kap yemek yapar. Evden çıkmam hiç. Gelenim gidenim de olmaz onlardan başka. İki sene önce annem ölünce yalnız kaldım. On senedir yıkık kiliseyle bakışırız işte. Radyom hep açıktır, yirmi dört saat susmaz; can yoldaşım, maksat evde bir ses olsun. Annemden aylığım var. Yetiştirme yurdundan emekliydi rahmetli. Balıkçıydım. Hem de öyle ağ atanlardan değil zıpkınla dalarak avlanırdım. On yıl önce adanın arkasındaki o burundan bir ters atlayış, belden aşağım felç; işte bu değneklerle tuvalete kadar ancak. Kör Salih, anladım konu o tabii. Ben giriş olsun diye… Hani arkası yarın gibi… Kör Salih yıkık kilisenin bekçisi; sözüm ona bekçi işte… Yüz yıllık taş duvarlar, zaten kapı pencere kırık dökük, nesini anlatayım… Bir de köşedeki incir ağacı, gâvur zamanından kalma… Adı bekçi… Arada bahçeye atılan şarap şişelerini toplayıp satmaya götürür. Kilisenin duvarlarına yazılmış küfürleri, açık saçık resimleri anlatır bana, güleriz birlikte. Sahildeki Meram’ ın kahvesinde sabahtan akşama kadar tavla oynar. Adaya yaklaşan turist teknelerini görünce fırlar. Dik yokuşu nefes nefese çıkar, kuyunun başındaki taşa oturup sigarasını yakar. Çok geçmeden turistler de gelir. Penceremin önündeki sedirden bakarım onlara. Önce adanın tepesinden manzarayı seyrederler. Kilisenin bahçesindeki ağaçtan incir koparır kimileri. Sahili, eğri büğrü sokakları, uzaktaki villaları birbirlerine gösterirler. On üç haberleri başlamak üzere günün en ayrıntılı haberini verir hiç kaçırmam kusura bakmayın.
   Nerede kalmıştık, evet tabii, turistlerin çoğu kiliseyi merak eder. Yaban otları bürümüş bahçeye girerler. Binanın dışından, yıkık dökük sütunları merakla incelerler. Kör Salih yalan yanlış bir sürü şey anlatır onlara.  Duysanız gülersiniz. Perşembeleri saat üç otuzdaki “sanat tarihi programını” bir defa bile dinlemediği bellidir. Büyük depremde yıkılan çan kulesinden söz eder. Geçen yıl Çingene Hüseyin’e yaptırıp bahçeye koyduğu uyduruk çanı gösterir. Yunus Peygamber’in balinanın karnındaki halini gösteren, balık derisine yapılmış resminin kilisede olduğunu anlatır. Turistlerin bir kısmı güler geçer söylediklerine, çoğu da ağzı açık hayranlıkla dinler. İçeri girmek isteyenlere izin vermez. Kilitli bahçe kapısına asılı levhayı gösterir. “Yıkılma tehlikesi nedeniyle girmek yasaktır. Restorasyon çalışması yapılacaktır.” Adanın tek tabelacısına ‘restorasyonu’ doğru yazdırana kadar ne çektiğimi ben bilirim. Üç kere gitti geldi levha. Kör Salih’e kalsa aldırmazdı, ama önemserim böyle şeyleri. Ben de bilmezdim eskiden bu fiyakalı lafları, radyodan işte…
   Kışları pek turist olmaz. Kör Salih, karanlık suratlı arkadaşıyla ayın buluta gömüldüğü koyu, yıldızsız gecelerde gelirdi. Bana uğramazdı o zaman. Pencerede görürse de “ Kapat perdeni yat zıbar…”diye bağırırdı. Aslında anlıyordum yaptığı işi ama ben kötürüm bir adamım önünde sonunda… 
   O sabah geç uyandım. “Modern sabahlar programını” kaçırmışım. Güneş bir tülün ardında gibiydi. Onun için uyanamadım dedim kendi kendime. Sonra her günkü gibi işte “dinleyici istekleri, arkası yarın.”  İki yumurta kırdım, “öğle üzeri programını” beklemeden yedim. Çay demledim. Hava raporu Kuzey Ege’de fırtına çıkacak diyordu. En doğrusunu adadaki balıkçılar bilir ama bu sefer tutturdular dedim kendi kendime. Deniz yeşilimsiydi, alacakaranlıkta da ay karşı adanın üstünden kıpkırmızı yükselmişti. Gece, Kör Salih’in karanlık suratlı arkadaşının kullandığı kamyonet kilisenin yıkık bahçe duvarına yanaştığında şaştım kaldım. Gün dönümü fırtınasının tam zamanıydı. Lambayı kapattım, radyonun sesini kıstım. Zaten “hukuk herkese lâzım programı” başlamıştı. İncir ağacına tüneyen baykuş uzun uzun öttü. Perdeyi çektim. Kör Salih eve doğru baktı, ışık göremeyince rahatlamış olmalı. Önde fenerle yol gösteriyordu. Her zamanki sessizliğin aksine bir çocuk ağlaması duydum. Fenerin ölgün ışığında çocuklu kadını seçtim. Arkasında on beş- yirmi kişi vardı. Sessizce kiliseye girdiler. Yaprak kıpırdamıyordu, ama ben biliyordum. Kargalar kilisenin kubbesine çarpacak kadar alçaktan uçuyordu. Bir ara Kör Salih’le arkadaşı dışarı çıktılar. İncir ağacının altında tartıştılar. Karanlık suratlı “Çabuk olalım fırtına çıkacak!” dedikçe Kör Salih yere attığı sigarayı ayakkabısının burnuyla eziyor; “Erken daha, ada iyice tenhalaşsın.” diye diretiyordu. Yerimden kıpırdayamıyordum, çişe bile gitmedim. Radyoyu iyice kıstım yattım üzerine.  “Gecenin içinden” de, on iki haberleri, yeni bitmişti. Hava durumu başladı. “Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden alınan bilgiye göre Ege’ de halen hafif olarak esmekte olan rüzgârın sabaha karşı kuvvetlenerek fırtına şeklinde esmesi bekleniyor. Rüzgâr gece kuzey Ege’de 6 ila 8 kuvvetinde esecek. Fırtınanın Pazar günü öğle saatlerinden sonra etkisini kaybedeceği belirtilen açıklamada, fırtına nedeniyle denizcilerin ve ilgililerin tedbirli ve dikkatli olmaları istendi.”  Kapattım radyoyu, kalktım çişe gittim. Ben kötürüm bir adamım önünde sonunda…
   Ölüsü bulunmadı demek, günahı boynuna ya, bile bile de ölüme gitmez o… Neyse fırtına diyordum eli kulağındaydı. Rüzgâr adanın çevresinde fır dönmeye başladı önce. Çocuk katıla katıla ağlıyordu. Hasta mıydı ne? Kör Salih’ in içeri girmesiyle çıkması bir oldu. Kamyonete doluştular aceleyle. Yokuşu inen kamyonetin homurtusu rüzgâra karıştı. Kısa süre sonra balıkçı motorunun boğuk sesini duydum. Dalganın daha az hissedildiği adanın önünden dolanacaktı demek. Rüzgâr sertleşti. Kilisenin üzerine ışık seli boşalınca deniz gündüz gibi aydınlandı. Motoru bir anlığına gördüm. Sonra yer gök birbirine karıştı. Fırtına geceyi ele geçirdi. “Dünya başkentlerinden müzik programını” dinledim sabaha kadar.
Sağlam ayakkabı değildi Kör Salih…
   İstanbul’dan geldim ama buralı sayılırım artık. On beş senedir yılın sekiz ayı adadayım. Kilise önemli bir tarihi eser tabii. “Kilise tepesi çıkmazı” diyorlar buraya. Böyle çıkmaz olur mu ayol? Dört tarafı açık, iki denizi de gören. Tepeye çıkarken soldaki çıkmaz sokak var ya, gelirken görmüşsünüzdür; hani köşedeki kulübe gibi taş binanın üzerine çakılı levhada: “Lodos çıkmazı” yazar, önce “Kilise tepesi çıkmazı” diye oraya demişler. Sonra da bütün bu tepenin adı olmuş. Komik tabii ama âlemdir adalılar. Resmi adlara karşı dirençleri var. Ne diyordum. Mesela adanın adını da kendileri uydurmuş. Sokak adları filan hep farklıdır. Adalılar başka isim koyar, devlet başka. Sanat tarihi üzerine psikoloji mastırı yaptım ben. Belki de bu duruma resmi otoriteyle bir inatlaşma denebilir…  İlk geldiğimde serseme dönmüştüm, alıştım zamanla. Bir avuç yer zaten.
   Kör Salih’ i tanıyorum tabii, kilisenin bekçisi; cahil bir adam. Kilise yüzünden tanıştık. Yüzyıllık bina, rapor hazırlayıp, restorasyon için kültür bakanlığına baş vurmak istedim. Kitap, evet kitabım için de malzeme tabii. Dini tasvirler, sütunlar hepsinin üzeri boyanmış, kırılıp dökülmüş, kültür varlıklarımız böyle tahrip ediliyor işte. Ada halkı dedikoducudur, yabancıyı da pek kolay kabullenmezler. Size de neler anlattılar kim bilir… Kilisede öyle sanıldığı gibi değerli bir şey yok. Olsaydı bilirdim. Söylenti hepsi. Çok eskiden varsa bile giren çıkan belli değil, birileri götürmüştür.  Doğru, yurt dışından konuklarım olur; kiliseyi gezdirdim birkaç defa onlara. Bilirsiniz işte, Kör Salih’e birkaç kuruş verip; bunun konumuzla ne ilgisi var anlayamadım doğrusu.
   Kaçak mültecilerle ilgili pek bir şey bilmiyorum ama olabilir. Yunan adalarına çok yakın burası, daha önce de yaşandı böyle şeyler. Bence olan olmuş gazetedeki haberinizde kiliseyi öne çıkarın. Kültür Bakanlığı bir bütçe tahsis etse… Restorasyondan sonra bir konser salonu olarak bile kullanılabilir. Belki şık bir kafe ya da ne bileyim bir sergi salonu filan… Kör Salih para için, tabii parayı severdi. Sevmeyen var mı? Ben, evet ama çok önemli meblağlar değil, kiliseye girip çıkmak için yani, ufak tefek bir şeyler verirdim. Ama sağlam ayakkabı değildi Kör Salih…
Doğma büyüme adalıdır!                   
   Acım büyük, kolay mı yirmi senelik kocam. Ölüsü bulunsa bari… Birkaç gün eve uğramadığı olurdu, erkek nihayetinde ama öyle dostu filan yoktu. Bir beni bilir bir de çocuklarını. Suratsızdır, huysuzdur ya, başımıza bir şey gelse canı yanar. Kocamdı işte. Maaşı vardı, ben de temizliğe giderim.  Onlara da acıdım doğrusu, hele o çocuklu kadına… Yazın adadaki villaların hepsi dolar, çok iş olur bir gün evde durmam. Yaz kış da kilise çıkmazı tepesindeki kötürüm adama haftada bir temizlik, yemek filan, üç beş kuruş da ordan. Fazlasını ona verirdim tabii. Çok parası olsa bilmem mi kocam yani. Suç tabii yaptığı, ama ne bileyim belki yardım diye o insanlara… Aç açık bırakmadı çoluğunu çocuğunu hiç. Evlenirken gıpta etmişti herkes bana maaşlı adama vardım diye. Ölüsü bir bulunsa, mezar yaptıracağım mermerden, milletin çenesi kapansın. Ben gitmedim hiç bilmem, gâvurun kilisesinde ne işim var? Maaşının hepsini mi bağlarlar acaba? Kim uyduruyor çok para kazanıyor diye bilmem, kıt kanaat yaşıyoruz. Çok kazansa ben bilmez miyim? Kumar oynardı ama her zaman değil. Söylenti almış başını gitmiş, insanlar dedikodu arıyor. Bana sorarsanız ölmüştür, çoluk çocuğunu bırakıp nereye kaçacak? Doğma büyüme adalı, bir askere gitti ondan başka burdan çıkmadı hiç. Ölüsünü bulmadan maaş bağlanmazmış. Kahveye gittim dün. Temizlikten arttırdığım parayla üç beş bilezik yaptıydım koluma. Çıkardım koydum masaya. Balıkçılara “aha” dedim. Bulun ölüsünü Kör Salih’in;  bunların hepsi sizin…

Aysun SEZER
Sınır Dergisi / Sayı 8 / Mayıs Haziran 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder