B
|
alıkesir’in Ayvalık ilçesi
açıklarında kaçak göçmenleri Midilli Adası’na götüreceği belirtilen tekne fırtına
nedeniyle battı. Cumartesi sabaha karşı ilçenin karşısındaki Cunda Adası’ndan
hareket ettiği sanılan tekneden kurtulan olmadı. Cesetleri arama çalışmaları
sahil güvenlik komutanlığına bağlı bir helikopter, bir bot, sivil savunma ve
kurtarma birliklerine ait iki Zodyak botun yanı sıra Ayvalık Limanı’ndaki
balıkçı teknelerinin desteğiyle yürütülüyor.
Ben kötürüm bir adamım önünde sonunda…
Kör Salih sigaramı, ekmeğimi getirir, karısı da haftada bir uğrar, evi
siler süpürür, iki kap yemek yapar. Evden çıkmam hiç. Gelenim gidenim de olmaz
onlardan başka. İki sene önce annem ölünce yalnız kaldım. On senedir yıkık
kiliseyle bakışırız işte. Radyom hep açıktır, yirmi dört saat susmaz; can
yoldaşım, maksat evde bir ses olsun. Annemden aylığım var. Yetiştirme yurdundan
emekliydi rahmetli. Balıkçıydım. Hem de öyle ağ atanlardan değil zıpkınla
dalarak avlanırdım. On yıl önce adanın arkasındaki o burundan bir ters atlayış,
belden aşağım felç; işte bu değneklerle tuvalete kadar ancak. Kör Salih, anladım
konu o tabii. Ben giriş olsun diye… Hani arkası yarın gibi… Kör Salih yıkık
kilisenin bekçisi; sözüm ona bekçi işte… Yüz yıllık taş duvarlar, zaten kapı
pencere kırık dökük, nesini anlatayım… Bir de köşedeki incir ağacı, gâvur
zamanından kalma… Adı bekçi… Arada bahçeye atılan şarap şişelerini toplayıp
satmaya götürür. Kilisenin duvarlarına yazılmış küfürleri, açık saçık resimleri
anlatır bana, güleriz birlikte. Sahildeki Meram’ ın kahvesinde sabahtan akşama
kadar tavla oynar. Adaya yaklaşan turist teknelerini görünce fırlar. Dik yokuşu
nefes nefese çıkar, kuyunun başındaki taşa oturup sigarasını yakar. Çok
geçmeden turistler de gelir. Penceremin önündeki sedirden bakarım onlara. Önce
adanın tepesinden manzarayı seyrederler. Kilisenin bahçesindeki ağaçtan incir
koparır kimileri. Sahili, eğri büğrü sokakları, uzaktaki villaları birbirlerine
gösterirler. On üç haberleri başlamak üzere günün en ayrıntılı haberini verir
hiç kaçırmam kusura bakmayın.
Nerede kalmıştık, evet tabii, turistlerin çoğu kiliseyi merak eder.
Yaban otları bürümüş bahçeye girerler. Binanın dışından, yıkık dökük sütunları
merakla incelerler. Kör Salih yalan yanlış bir sürü şey anlatır onlara. Duysanız gülersiniz. Perşembeleri saat üç
otuzdaki “sanat tarihi programını” bir defa bile dinlemediği bellidir. Büyük
depremde yıkılan çan kulesinden söz eder. Geçen yıl Çingene Hüseyin’e yaptırıp
bahçeye koyduğu uyduruk çanı gösterir. Yunus Peygamber’in balinanın karnındaki
halini gösteren, balık derisine yapılmış resminin kilisede olduğunu anlatır. Turistlerin
bir kısmı güler geçer söylediklerine, çoğu da ağzı açık hayranlıkla dinler.
İçeri girmek isteyenlere izin vermez. Kilitli bahçe kapısına asılı levhayı
gösterir. “Yıkılma tehlikesi nedeniyle girmek yasaktır. Restorasyon çalışması
yapılacaktır.” Adanın tek tabelacısına ‘restorasyonu’ doğru yazdırana kadar ne
çektiğimi ben bilirim. Üç kere gitti geldi levha. Kör Salih’e kalsa aldırmazdı,
ama önemserim böyle şeyleri. Ben de bilmezdim eskiden bu fiyakalı lafları,
radyodan işte…
Kışları pek turist olmaz. Kör Salih, karanlık suratlı arkadaşıyla ayın
buluta gömüldüğü koyu, yıldızsız gecelerde gelirdi. Bana uğramazdı o zaman. Pencerede
görürse de “ Kapat perdeni yat zıbar…”diye bağırırdı. Aslında anlıyordum
yaptığı işi ama ben kötürüm bir adamım önünde sonunda…
O sabah geç uyandım. “Modern sabahlar programını” kaçırmışım. Güneş bir
tülün ardında gibiydi. Onun için uyanamadım dedim kendi kendime. Sonra her
günkü gibi işte “dinleyici istekleri, arkası yarın.” İki yumurta kırdım, “öğle üzeri programını”
beklemeden yedim. Çay demledim. Hava raporu Kuzey Ege’de fırtına çıkacak
diyordu. En doğrusunu adadaki balıkçılar bilir ama bu sefer tutturdular dedim
kendi kendime. Deniz yeşilimsiydi, alacakaranlıkta da ay karşı adanın üstünden
kıpkırmızı yükselmişti. Gece, Kör Salih’in karanlık suratlı arkadaşının
kullandığı kamyonet kilisenin yıkık bahçe duvarına yanaştığında şaştım kaldım.
Gün dönümü fırtınasının tam zamanıydı. Lambayı kapattım, radyonun sesini
kıstım. Zaten “hukuk herkese lâzım programı” başlamıştı. İncir ağacına tüneyen
baykuş uzun uzun öttü. Perdeyi çektim. Kör Salih eve doğru baktı, ışık
göremeyince rahatlamış olmalı. Önde fenerle yol gösteriyordu. Her zamanki
sessizliğin aksine bir çocuk ağlaması duydum. Fenerin ölgün ışığında çocuklu
kadını seçtim. Arkasında on beş- yirmi kişi vardı. Sessizce kiliseye girdiler.
Yaprak kıpırdamıyordu, ama ben biliyordum. Kargalar kilisenin kubbesine
çarpacak kadar alçaktan uçuyordu. Bir ara Kör Salih’le arkadaşı dışarı
çıktılar. İncir ağacının altında tartıştılar. Karanlık suratlı “Çabuk olalım
fırtına çıkacak!” dedikçe Kör Salih yere attığı sigarayı ayakkabısının burnuyla
eziyor; “Erken daha, ada iyice tenhalaşsın.” diye diretiyordu. Yerimden
kıpırdayamıyordum, çişe bile gitmedim. Radyoyu iyice kıstım yattım
üzerine. “Gecenin içinden” de, on iki
haberleri, yeni bitmişti. Hava durumu başladı. “Devlet Meteoroloji Genel
Müdürlüğü’nden alınan bilgiye göre Ege’ de halen hafif olarak esmekte olan rüzgârın
sabaha karşı kuvvetlenerek fırtına şeklinde esmesi bekleniyor. Rüzgâr gece
kuzey Ege’de 6 ila 8 kuvvetinde esecek. Fırtınanın Pazar günü öğle saatlerinden
sonra etkisini kaybedeceği belirtilen açıklamada, fırtına nedeniyle
denizcilerin ve ilgililerin tedbirli ve dikkatli olmaları istendi.” Kapattım radyoyu, kalktım çişe gittim. Ben
kötürüm bir adamım önünde sonunda…
Ölüsü bulunmadı demek, günahı boynuna ya, bile bile de ölüme gitmez o… Neyse
fırtına diyordum eli kulağındaydı. Rüzgâr adanın çevresinde fır dönmeye başladı
önce. Çocuk katıla katıla ağlıyordu. Hasta mıydı ne? Kör Salih’ in içeri
girmesiyle çıkması bir oldu. Kamyonete doluştular aceleyle. Yokuşu inen
kamyonetin homurtusu rüzgâra karıştı. Kısa süre sonra balıkçı motorunun boğuk
sesini duydum. Dalganın daha az hissedildiği adanın önünden dolanacaktı demek. Rüzgâr
sertleşti. Kilisenin üzerine ışık seli boşalınca deniz gündüz gibi aydınlandı.
Motoru bir anlığına gördüm. Sonra yer gök birbirine karıştı. Fırtına geceyi ele
geçirdi. “Dünya başkentlerinden müzik programını” dinledim sabaha kadar.
Sağlam ayakkabı değildi Kör Salih…
İstanbul’dan geldim ama buralı sayılırım artık. On beş senedir yılın
sekiz ayı adadayım. Kilise önemli bir tarihi eser tabii. “Kilise tepesi çıkmazı”
diyorlar buraya. Böyle çıkmaz olur mu ayol? Dört tarafı açık, iki denizi de
gören. Tepeye çıkarken soldaki çıkmaz sokak var ya, gelirken görmüşsünüzdür; hani
köşedeki kulübe gibi taş binanın üzerine çakılı levhada: “Lodos çıkmazı” yazar,
önce “Kilise tepesi çıkmazı” diye oraya demişler. Sonra da bütün bu tepenin adı
olmuş. Komik tabii ama âlemdir adalılar. Resmi adlara karşı dirençleri var. Ne
diyordum. Mesela adanın adını da kendileri uydurmuş. Sokak adları filan hep
farklıdır. Adalılar başka isim koyar, devlet başka. Sanat tarihi üzerine
psikoloji mastırı yaptım ben. Belki de bu duruma resmi otoriteyle bir inatlaşma
denebilir… İlk geldiğimde serseme
dönmüştüm, alıştım zamanla. Bir avuç yer zaten.
Kör Salih’ i tanıyorum tabii, kilisenin bekçisi; cahil bir adam. Kilise
yüzünden tanıştık. Yüzyıllık bina, rapor hazırlayıp, restorasyon için kültür
bakanlığına baş vurmak istedim. Kitap, evet kitabım için de malzeme tabii. Dini
tasvirler, sütunlar hepsinin üzeri boyanmış, kırılıp dökülmüş, kültür
varlıklarımız böyle tahrip ediliyor işte. Ada halkı dedikoducudur, yabancıyı da
pek kolay kabullenmezler. Size de neler anlattılar kim bilir… Kilisede öyle
sanıldığı gibi değerli bir şey yok. Olsaydı bilirdim. Söylenti hepsi. Çok
eskiden varsa bile giren çıkan belli değil, birileri götürmüştür. Doğru, yurt dışından konuklarım olur; kiliseyi
gezdirdim birkaç defa onlara. Bilirsiniz işte, Kör Salih’e birkaç kuruş verip;
bunun konumuzla ne ilgisi var anlayamadım doğrusu.
Kaçak mültecilerle ilgili pek bir şey bilmiyorum ama olabilir. Yunan
adalarına çok yakın burası, daha önce de yaşandı böyle şeyler. Bence olan olmuş
gazetedeki haberinizde kiliseyi öne çıkarın. Kültür Bakanlığı bir bütçe tahsis
etse… Restorasyondan sonra bir konser salonu olarak bile kullanılabilir. Belki
şık bir kafe ya da ne bileyim bir sergi salonu filan… Kör Salih para için, tabii
parayı severdi. Sevmeyen var mı? Ben, evet ama çok önemli meblağlar değil, kiliseye
girip çıkmak için yani, ufak tefek bir şeyler verirdim. Ama sağlam ayakkabı
değildi Kör Salih…
Doğma büyüme adalıdır!
Acım büyük, kolay mı yirmi senelik kocam. Ölüsü bulunsa bari… Birkaç gün
eve uğramadığı olurdu, erkek nihayetinde ama öyle dostu filan yoktu. Bir beni
bilir bir de çocuklarını. Suratsızdır, huysuzdur ya, başımıza bir şey gelse
canı yanar. Kocamdı işte. Maaşı vardı, ben de temizliğe giderim. Onlara da acıdım doğrusu, hele o çocuklu
kadına… Yazın adadaki villaların hepsi dolar, çok iş olur bir gün evde durmam.
Yaz kış da kilise çıkmazı tepesindeki kötürüm adama haftada bir temizlik, yemek
filan, üç beş kuruş da ordan. Fazlasını ona verirdim tabii. Çok parası olsa
bilmem mi kocam yani. Suç tabii yaptığı, ama ne bileyim belki yardım diye o
insanlara… Aç açık bırakmadı çoluğunu çocuğunu hiç. Evlenirken gıpta etmişti
herkes bana maaşlı adama vardım diye. Ölüsü bir bulunsa, mezar yaptıracağım
mermerden, milletin çenesi kapansın. Ben gitmedim hiç bilmem, gâvurun
kilisesinde ne işim var? Maaşının hepsini mi bağlarlar acaba? Kim uyduruyor çok
para kazanıyor diye bilmem, kıt kanaat yaşıyoruz. Çok kazansa ben bilmez miyim?
Kumar oynardı ama her zaman değil. Söylenti almış başını gitmiş, insanlar
dedikodu arıyor. Bana sorarsanız ölmüştür, çoluk çocuğunu bırakıp nereye
kaçacak? Doğma büyüme adalı, bir askere gitti ondan başka burdan çıkmadı hiç. Ölüsünü
bulmadan maaş bağlanmazmış. Kahveye gittim dün. Temizlikten arttırdığım parayla
üç beş bilezik yaptıydım koluma. Çıkardım koydum masaya. Balıkçılara “aha”
dedim. Bulun ölüsünü Kör Salih’in; bunların hepsi sizin…
Aysun SEZER
Sınır Dergisi / Sayı 8 / Mayıs Haziran 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder