Küçük aynalar gördüğünüz nice göz,
Gördüklerinize inat sizi dinlememekle şiddetini artırır.
Güldüğümüz her şeyi
ağlayan bir arka yüz vardır.
Bir türlü sonu gelmeyen, içimize eklenen zararlı duygusu,
Olduğumuz kişiyi kucaklasak birde doyasıya…
Olmak istediklerimizden, oldurulmak istendiklerimizden
sıyrılsak hep soyunarak…
Oysa ışık kendi işini yapmakla meşguldür hep,
Pervaneyi yakmak için ısıtmamıştır kendisini.
Şimdi suç ışığın mı, pervanenin gözlerindeki küçük aynaların
mı?
Haykırıyor delice pervane:
beni ışık çağırdı…
Beni ışık çağırdı!
Duymadınız mı sesini?
Koruma kalkanı oluşturur ses bazı,
Bir küfür gibi çarpıp durur yüreğinin titreşimine.
Tınlama içinde bir
cin saklar, aşk sanırsın…
Sakın uyuma!
Ses biterse, biter
hayatın kalp atışları.
Cüceler dev aynası tutar her şeye büyümek için.
Kar kan-a kan-a yağar…
Döne döne düşerken içimizden küçük bir kuşun ölüsü.
Uçmakta, yağmakta, kan(a)makta düş-tü.
Hiç bitmeyen bu vodvil,
Bir cümlenin içinde kaybolmak gibi bir histi prezervatif
içinde erimek.
Bir gün bizi yaksın diye biriktirdiğimiz ateş gününü
bekliyor sinsice
Nefes alamaz oluşumuz bundan.
Bu makam görgüsüzü bir sevişme dışarıda ölüm yağarken…
Hiç bitmeyen savaş gömerken herkesin hayallerini,
cezaevlerine kapatılırken küçük çocuklar bir daha sürgün edilir daha uzaklara.
Cezaevi kapısında oturan onca anne yüreği…
Kaçmalı hayattan gözlerini kapatamıyorsan gerçeğe…
Bu kitapla gömülmek istiyorum derken ve ölümü isterken
bedeni kızın,
Bir ölüyü canlandırmaya çalışıyordu sevişerek adam…
Sertleştikçe kendini his ettireceğine yaşama geri
getireceğine inanıyordu kızı…
Bir ölüyü canlandırmanın çırpınışlarıydı bu sevişme…
Kitaptan ayıramıyordu gözlerini ve bedenini kız.
Kabul edilmemiş bir duaydı adamın ki…
Işığı sönen gözlerine baktı kızın.
Ya savaşmalıydı ya da duvarlar ardında eriyecekti bedeni…
Kurban ayini… Kanunların ruhu dolaşıyor yıkım alanlarında…
Bu kirli bu sinsice bilenen bıçaklar,
Haklıysanız bile asil
olmalı dövüşünüz…
Eğer korkutulmuşsa kesim öncesi hayvan kanını akıtmaz ve
bedenini(etini) içinde kalmış kanıyla, hasretiyle bozar.
Bu yüzden her şeyde gizli bir ayin bilinmeyen bir dil
kullanılır…
Bu yeknesak bilinç bile bilir bunu.
Kan dolaşımı yavaşlarsa etin lezzeti değişir.
Organ naklinde hastanın rızası yoksa nakil alan kişiyle uyum
sağlamaz organ.
Empati neyi
meşrulaştırır ki… Anlamaya çalışmaktan başka.
Günümüzün kaç saati
beden dilini okumakla geçiyor?
Hiç devredilmeyen bu
vardiyası gözlerin
Kamaşmasın diye sürülen rimel uzatırken kirpikleri insanı da
gizler sanki…
Duygu koleksiyonu yapıyor yöneticiler…
Haberciler aynı olayı seçtiği duygunun sergisini yapar gibi
sunarken,
Kimin ellerindeysen
onun diliyle anlatırsının gerçeği sözcükler…
Karanlığımızı
gizlendiğimiz köşeleri görmek için kullandığımız bu aydınlama mermileri…
Sesteki gizli yatak
odası tonu örtemiyor artık öldürülen bir gencin dramını…
Oyun bitmeli artık…
Süslediğimiz onca öğeye rağmen susmuyor içimizdeki yıkımın
sesi…
Hicran ASLAN
Sınır Dergisi / Sayı 8 / Mayıs haziran 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder