Ne demişler?
“Denize düşen yılana sarılır.”
Duymuşsunuzdur.
Bilirsiniz…
Doğru demişler. Hele bu kopkoyu karanlık denizin hiçbir karaya kıyısı görünmüyorsa, olur ya gözlerin bir kıyı ararken baktığın her yer siyah bir ufuk çizgisiyle bitiyorsa, inandığın güvendiğin yaratıcı sana merhamet etmiyorsa, ruh ölümsüz olduğu için intihar etmen söz konusu değilse, azgın ihanet dalgalarıyla boğuşmaktan tükenmişsen insana nereden çıktığı belirsiz soğuk bakışlı, tiksindirici bu yaratığa yalvarmaktan başka çare kalmıyor.
Şimdi bu karanlık soğuk mahzende uzun uzadıya sırtüstü uzanmış bir ölüyüm.(Aynı zamanda bir diri) Ne zamandan beri başucumda dikilen-her an saldırıya geçecekmiş gibi kuyruğunun üstünde dikelen-hiç güneş ışığı görmemiş; siyah, kırmızı gözlü, soğuk bakışlı bu yılanın bir tek gerçekleri görmemi sağlayan ve o bilmenin, tanık olmanın, bir şey yapamamanın lanetini bana yaşatan, sonrasını tahmin edemediğim bu bekleme yerini cehenneme çeviren gözlerime, vuracağı son darbeyi bekliyorum.Gördüklerim karşısında bu tiksindirici yaratığın,gözlerime vuracağı son darbe bana-verilecek mi bilmiyorum-vaat edilen bir cennet kadar güzeldi desem yerli yerinde olurdu sanırım.
O akşam(dün akşam) ölmeseydim sabah işe gidecektim. Öldüm. Ağzımda bakırımsı bir tat vardı. Eşimin verdiği bir bardak suyu içemeden başım omzuma kaydı.Ağzımdaki suyla beraber ince bir salya çeneme doğru süzüldü.Gözlerimde yaşlar birikti.Bacaklarıma yüzlerce iğne saplanıyordu sanki.Önce ayaklarıma,dizlerime sonra bacaklarımın tümüne olan kontrolümü kaybettim.Bacaklarım hariç bütün vücudumu soğuk terler basmıştı.Bir ürperme,bir titreme her yerimi esir almıştı.İlk önce eşimin koşuşturmalarını, konuşmalarını görüyor,duyuyordum.Kısa bir süre sonra mırıltı şeklinde gelen sesini duymamaya başladım.Görüntüsünün ise siyaha dönüşmesinden gözlerimin karardığını anladım.Oğlum ve eşimin renkli görüntülerini bir kez daha gözlerimin önüne getirdiğim sırada içimin geçtiğini, bedenimin hafiflediğini hissettim.Oğlum ve eşimin görüntüleri gözlerimde dondu.Dilim çekildi,bedenim kaskatı kesildi bir an.Oturduğum sandalyeden gürültüyle(hayır gürültüsüz usulca)oğlum ve eşimle yere,bir boşluğa yuvarlandık.Eşim ve oğlumun görüntüleri tekrar gelip gözlerimde dondu.Bir kaç kez derin derin nefes almaya çalıştımsa da verdiğim son nefesi alamadım.Bu durumda bütün bildiğim, ölüm anı bütün anların en kısasıydı.Sonra…Öldüm.
O akşam ölmeseydim sabah işe gidecektim. Yaklaşık on günden beri süren rahatsızlığım geçmiş sayılırdı. Kendimi iyi hissediyordum. Hastalık süresince hep işyerini düşünmüştüm. Her şey yolunda mıydı? Müdürüm Serdar Bey ne yapıyordu? Yokluğumdan faydalanıp ofisimde… Pek güvenilecek adam değildi ya…[Kadınları ayartma konusunda Serdar Bey’in üstüne adam tanımam. Gözlerine dikkatli bakılırsa bakışının, gülüşüne dikkat edilirse gülüşünün sahte olduğu hemen anlaşılır. Yanımda çok kalırsa canım sıkılır. Bankaya gönderirim. Banka yoğun olsun olmasın kısa bir sürede bütün işleri halleder, gelir.Nasıl eder bilmem.Sorsam hemen gişedeki kızlardan,müdireden veya gişeye en yakın sıra bekleyen bir bayandan söz edeceğini bilirim.Sormam.O gene de bir yandan yaptığı işleri anlatırken bir yandan da cümlelerinin arasına “Abi falan bankadaki Tülin yok mu”larını sokuşturur.Yanımda fazla tutmam.Firmalardan ürün almaya gönderirim.Aşağı kata indiğimde onu kozmetik stantlarının başındaki kızlarla konuşur bulurum.“ Sen daha burada mısın?”dediğimde telefonla hallettiğini söyler. Gitmesi gerektiğini üstelediğimde kızmaz, gider. Yukarı çıkıp bir bilemedin iki işimi bitirmeden aşağıdan kahkahası, sonra kendisi çıkar gelir.“Abi her şey tamam”derken“ filan satış temsilcisi Aysel var ya”larına kısacası genel hayatını anlatmaya devam eder. Baş edemem. Tutar bu kez de bütün toplantılara, tatillere gönderirim.Sonrası…Kadınların her şeyi çok iyi gördükleri,bildikleri halde bu sahte adama nasıl inandıklarını anlamam.Yoksa bir şeylerin görülebilmesi için birilerinin göstermesi mi gerekirdi.Yoksa kitaplarda geçen her şeyi bilen,gören aklı başındaki kızlar birer hayal ürünü müydü?Yoksa bu kadınlar körler miydi? Yoksa… Yoksa...]Ama neylersin ki başarı her şeyi yumuşatırmış. Canım sıkıldı. Serdar Bey’in ne zaman adı geçse canım sıkılırdı. Gün boyu eşimin gerekli-gereksiz ilgisinden ve alt komşumuzun baştan çıkarıcı görüntüsünden de iyice sıkılmıştım. Sabahın olmasını dört gözle bekliyordum ama sabah dediğimiz şey o kadar da kolay olmuyordu bazen. Sadece bir an -can sıkıntısından olsa gerek- ölümü düşünmüştüm. Aslında ölüm derken kendi ölümümden çok şirketin, eşimin, oğlumun durumunu gözden geçirmiştim. Serdar Bey bu konunun da içine damlayınca düşünmekten vazgeçtim. Saate baktım gecenin yarısını geçiyordu. Kalktım. Kafamdakileri dağıtmak için banyoya girdim. Gelip yatak odasında sere serpe uzanmış eşimin yanına sırtüstü uzandım. Düşünmemeliydim. Ne de olsa yaşıyordum. Öldüm.
Sandalyeden bir boşluğa yuvarlandıktan sonra eşimin ve oğlumun gözlerimde donan renkli görüntüleri yayını gitmiş bir televizyon gibi karıncalandı. Donan görüntüler hareketlenmeye başladığı andan itibaren bütün yapılanları siyah beyaz olarak görmeye başladım. Eşim başımın altına yastığı yerleştirir yerleştirmez hızla odadan çıktı ağlayarak. Elleri titriyordu. Yüzüne kan yürüdüğünü koyulaşan yüzünden tahmin ediyordum. Aksilik olacak telefon ettiği hiçbir yerden yanıt yoktu. Ahizeyi hızla bırakmasıyla kapı şiddetle çarpıldı. Ve peşinde telâşe ayak sesleri… Oğlum olanlardan habersiz iki elini havaya kaldırmış boşlukla uğraşıyordu.Ya da geleceğini istiyordu.İstediğini elde edememekten üstündeki siyah tavşanlı battaniyesini(mavi olacaktı) tekmeliyor,başını iniltili seslerle öfkeli bir biçimde sağa-sola çeviriyordu.Kucağıma alıp göğsüme bastırmak için derin bir istek duydum.Doğrulmaya çalıştım doğrulamadım.Tüy gibi hafifleyen bedenime sanki bir karabasan çökmüştü.Eşim ve alt komşumuzun gürültüyle içeri girmesiyle tekrar doğrulmaktan vazgeçtim.İzlemeye koyuldum.Eşim hıçkırarak tekrar ahizeye sarılırken, Nergis fal taşı gibi açılmış gözleriyle bana bakıp tam bir daire şeklinde açılan ağzını eliyle kapattı.Aramaları sonuç veren eşim ıslak gözlerle içeri girdi.Eşimden cesaret alan Nergis bir ok gibi fırlayıp elleriyle yüzümü avuçladı ve şiddetle sarsmaya başladı.“Hayır hayır olamaz,inanmıyorum.”Eşimin de yanıma gelmesini beklerken o, beşikten oğlumu alarak göğsüne bastırdı.Nergis yanaklarını yüzüme dayamış içten,duygulu bir biçimde ağlıyordu.Saçlarının tümü yüzüme,boynuma yayılmıştı.[Nergisler yaklaşık iki yıldan beri alt katımızda oturuyorlardı.Eşi bir tur şirketinde şofördü.Ayda bir en fazla iki kez gelir bir gece kaldıktan sonra giderdi.Eşimle Nergis iyi anlaşıyorlardı. İkisi de yalnızlığı sevmediklerinden olacak gün boyu beraberlerdi. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Sanırım iyi anlaşmalarına akran olmaları da bir etkendi.Çünkü apartmandakilerin hepsi onlardan yaşça büyüktü.İlk sıralar Nergis’in sık sık eve gelmesinden rahatsız olsam da,eşimin sık sık yinelediği“Biliyor musun? Nergis çok iyi bir insan”larına fazla dayanamadım.Yumuşadım.Gerçekten Nergis’in iyi bir insan olup olmadığını bilmiyordum ama gerçekten güzel bir bayandı.Kıvırcık siyah uzun saçları her bayanda bulunmayan cinstendi.Yürürken deli bir tay gibiydi ve kalçaları ahenkle titrerdi.Ayda bir en fazla iki gün hariç her akşam eve gelirken “Hoş geldin” diyen birinci,sabah giderken “Hayırlı işler” dileyen ikinci kişiydi.Bu iyi insanın zaman zaman rüyalarıma kaydığı da olmuyor değildi. Bana baktığında yatakta sevişir gibi bakıyordu.Kaç kez onu arzulasam da eşime ihanet etmek istemiyordum.Durum bu kadar açıkken eşimin sessiz kalışını aklım almıyordu.Bir kadının diğer bir kadının aklından geçenleri kestirememesi olacak şey değildi!Yoksa eşim çok mu saftı bilmiyorum.Yoksa saf rolü oynayıp bizi bir punduna mı getirmek istiyordu.Olur mu olurdu.Çünkü bir kadının erkekler değil de kadınlar konusunda bu kadar saf olmasına da ne hayatta ne de kitaplarda rastlamıştım.(bkz:dilsiz şeytan)Kıskançlık duygusu elinden alınmıştı sanki.Her ne kadar böyle olsa da eşimi gene de çok severdim.Mesela mavi gözlerine baktığımda uzun bir deniz seferine çıkmış gibi olurdum.Ya da mavi gözlerine bakınca aklıma sanki Tanrı herkese siyah göz dağıtırken elinde siyah kalmayıp da mevcut olan az sayıdaki mavilerden bir çift taktığı gelirdi sözgelimi.Ya da ne bileyim işte kızdırmak için çevredeki veya televizyondaki bir kadına benzettiğimde “Ben senin bildiğin o kadınlardan değilim”derdi.“Ne yapalım elimizde fazla çeşidiniz var da biz mi bilmiyoruz” dediğimde ne demek istediğimi anlamaz saf bir çocuk gibi gözlerime bakar sonra yaptığı işle meşgul olurdu.]Yapabilir miydim bilmiyordum ama elimi Nergis’in saçlarının arasında gezdirip,başını göğsüme bastırıp-gerçek hayatta yapmak isteyip de yapamadığım bir eylemdi-“Tamam ağlama bak yaşıyorum,kötü bir şaka yaptım”demeyi çok istiyordum.Demek istemedim ya da diyemedim.Saçını yolan,dövünerek ağlayan eşim ve beni sımsıkı kucaklayan iyi insan Nergis’i seyrederken tanıdıklar birer-ikişer odaya doluşmaya başladılar.Nergis ellerini yüzümden çekti.Yanaklarım ıslanmıştı.Ne gariptir ki odaya girenlerin hiçbiri yanıma yaklaşmıyordu.Ölümün insanı bu kadar soyutlamasına şaşırmıştım doğrusu.Eğer üstümdeki karabasan dağılsaydı kalkıp yanlarına giderdim.Eşimin kucağından oğlumu alır,ellerimi Nergis’in saçlarında gezdirir sonra eşimi kucaklardım.Kalabalığa dönerek acı acı gülümser“benim başıma gelen er-geç sizin de başınıza gelecektir,korkmanıza gerek yoktur”derdim.Tabi bunların hiçbiri olmadı.Nergis kanlı gözlerle ağlamasına devam etti.Eşim “Ne olursunuz bir şeyler yapın”cümlesini dördüncü kez söyledi.Oğlum başını eşimin göğsüne dayadı.Ve ben olduğum yerde öylece kaldım.Meraklı gözler odadan koridora taşmaya başlayınca beyaz giyimli biri kalabalığı yararak yanıma yaklaştı.Gözlerinde herhangi bir korku yoktu.Bu cesaretli ikinci kişi muhtemelen benim gibilerini çok görmüştü.Kulaklarına takılı bir cihazla kalbimi dinledi.Parmak uçlarını boynuma,bileklerime bastırdı.Kalabalığa dönerek “geçmiş olsun”dedi.Geçmiş olsun demek ne demekti algılayamadım o an.Geldiği gibi tekrar kalabalığı yararak kapıya yöneldi.Bedenime bir serinlik geldiğini hissettim ve tekrar görüntüleri karıştırmaya başladım.
Derken kendimi teneşirin üstünde çıplak sadece mahrem yerlerime örtülmüş bir bezle buldum. Başımda siyah cüppeli biri vardı.Bu,benden korkmayan üçüncü kişiydi.Yardımcıları tas tas ılık suyu bedenime dökerken o,anlamadığım bir dilde bir şeyler anlatıyordu.(bana mı,yardımcılarına mı,Tanrıya mı)Elindeki bir topak bezle mahrem-namahrem yerlerimi ıslattıktan sonra beyaz bir örtüye sarıldım.Bedenimin namazı kılındıktan sonra sağımda,solumda ,arkamda bulunan yüzlerce adamla yola koyulduk.Nedense öldüğüme inanmıyordum.Bu kötü rüya birazdan bitecekti ve ben kalkacaktım sanki.Oğlum kayınvalidemin kucağındaydı.Üşümesin diye bir battaniyeye sarmışlardı onu.Eşim yüksek sesle ağlıyordu.Nergis eşimden bitkin olmasına karşın onu,teselli etmeye çalışıyordu.Serdar Bey yanılmıyordumsa üzüntülü değildi.Sadece üzüntülü bir tavır takınmıştı.Şirketin diğer elemanları Serdar Bey’e göre daha içtendiler.Bu hava mezarlığa kadar aynı ritimde sürdü.Önce yere bırakıldım,sonra çukurun içine yan yatırıldım.Üstüme toprak gelmesin diye siyah yassı taşlarla tavanımsı bir yapı oluşturdular.Üstüme atılan her kürek toprak beni biraz daha ağırlaştırıyor,yaşayanlardan biraz daha ayırıyordu.Sıkılmıştım.İnsanlardan ayrı bu karanlıkta yalnız kalmak düşüncesi beni çıldırtıyordu.Muhtemelen benden öncekilerinde yaşadığı gibi bu rüyanın bir an önce bitmesini istiyordum.Mırıltı şeklinde çıkan tok bir “helal olsun” sesinden sonra yüzlerce insan çömeldikleri yerden kalktı. Ellerini yüzlerine sürüp dağılmaya başladılar. Gitmek istemeyen eşimin de koluna girerek beni yalnız bıraktılar. Benden öncekilerin düştüğü yanılgıya bende düştüm. Kalkmak için hareketlendiğimde alnıma soğuk sert bir cisim çarptı ve olduğum yere düştüm. Bir,iki,üç…Hep aynı. O zaman gerçek anlamda “Eyyvahh” dedim. Öldüm.
Herkes dağıldıktan sonra etraf bir sessizliğe bir bakıma da bir çok sesliliğe büründü. Çünkü her an nereden çıktığı belli olmayan biri dağ sandığım yüksek karanlıklara, düzlüklere doğru bağırarak gidiyordu.Ve her an eli sopalı birileri, birilerini döverek kovalıyorlardı.Uzaklardan kadınlı,erkekli feryatlar geliyordu kulağıma.Gözlerimin önünden bazen tül gibi karaltılar geçiyordu.Ürkmüştüm.Zaten her an elleri zincirli birilerinin,beyaz giyimli birilerini evire çevire dövmeleri işten bile değildi.Bir korku her tarafıma yayıldı.Beklemekten başka çarem yoktu.Derken ayaklarımın ucunda bir kıpırdama oldu.Peydahlanan siyah bir adam hızla uzaklaştı.Bir gürültüyle yerimden sıçradım.Başım gene o sert cisme çarptı.Karanlığın en koyu yerlerinden kesilmiş,biçilmiş iki siyah uzun adam bana doğru gelmeye başladı.Saçları uzunluğundan ötürü yerlere değiyordu.Dişleriyle toprağı eşeliyorlardı.Gözleri yanan bir ateş topuydu sanki ve bir o kadar da parlaktı ki yüzleri seçilmiyordu.Gözlerim kamaştı.Ellerinde sopalar,zincirler,mızrağa benzeyen demirler vardı.Müthiş bir korku her yerimi esir aldı ve zangır zangır titremeye başladım.Korkudan yüzlerine bakamıyordum.Ellerindeki zincirleri gürültüyle yere attılar.Sorgulayacaklardı.O an bildiğim bütün duaları içimden okudum.Anlamadığım bir dilde konuştular.Ne sorsalardı “bilmiyorum”deyip kısa kesecektim korkudan.Biri attıkları zincirleri yerden alırken, diğeri içimden geçenleri okumuş gibi tahmin bile edemeyeceğim bir gürültüyle “Bilemeyesin”dedi.Ardından “Bak,gör”diye gürlerken diğeri zinciri sert bir savuruşla bir pencere açtı karanlıktan dünyaya.“Sorgun daha sonra”dedikten sonra buhar oldular sanki.Etrafta az-çok olan biteni gördükten sonra gözlerimi cennet!penceresinden ayırmıyordum.Nerden bilebilirdim ki cennet sandığım o pencereden cehennemi yaşayacağımı.O arada sırtıma sürekli sert bir cisim batıyordu.Benden önce buraya gömülmüş başka birinin kemikleri olduğunu düşünmüştüm.Böyle bir durumla baş başayken nasıl geçerse geçsin yaşam özleniyordu.
Pencere açıldığında cenaze alayı evime ulaşmıştı. Eşimin gözyaşları kurumuştu, ağlayamıyordu. Etrafı ölü-diri gözlerle izliyor, öldüğüme bir inanıyor bir inanmıyordu sanki.Kayınvalidemin ağladığına bir yorum getiremiyordum.(Bana mı,kızına mı,oğluma mı)Nergis eşimin yanından ayrılmıyor,onu teselli ediyor bir bakıma kendisi de teselli oluyordu.Siyah cüppeli adam gidilecek son yerin yerim olduğuna dikkat çekiyordu.Serdar Bey’in kafası karışık,yüzü kırışık…Kısacası evde matem havası yoğundu.Günler,hatta saatler,hatta dakikalar geçerken kalabalık beni bırakıp gittiği gibi ev halkını da terk etmeye başladı.
Serdar Bey’in her gün evde olması beni tedirgin ediyordu. Korkmaya başlamıştım. Zaman hızla geçerken evdekiler de günden güne ölümüme alışıyorlardı.Sanki eşim artık ölü-diri gözlerle çevresini incelemiyordu.Sanki unutmayı hızlandırmak için sürekli oğlumla ilgileniyordu. Sanki eşim hiç o kadar da saf değildi. Evet sonra ki günlerde yavaş yavaş şirkete de gitmeye başladı. Oğluma kayınvalidem bakıyordu.Akşam yemeklerini bazen Serdar Bey ’le dışarıda yiyorlardı. Müdire hanım ve müdürü gün geçtikçe birbirlerine daha çok ısınıyordu. Günün birinde Serdar Bey ’in bir yemek esnasında elini eşimin boynuna atması çılgınca bir nara atmama sebep oldu. Dağ sandığım karanlıklardan gelen siyah adamlar bir süre etrafımda toplandıktan sonra yankılı kahkahalar atarak yanımdan ayrıldılar. Başımda dikilen bu bekçi siyah yılana, gözlerime bir darbe vurması için köpek gibi yalvardım. Ama nafile… “Bak,gör”… Evet Serdar Bey’le Melek Hanım (artık rahatlıkla eşim söylemeyebilirim) iyi birer sevgili olmuşlardı. Bundan sonra yaşanacakları da görecek olmam beni deli ediyordu. Ve en kötüsü ne biliyor musunuz? Gözlerimi kaçırdığım her yerde bir cennet penceresi vardı. Yani kurtuluş şansı sıfırdı. Bir tek yaratıcı kurtarabilirdi ama o da kar yağarken gök gürlemesi gibi bir şeydi.
Melek Hanım sırılsıklam aşık olduktan sonra oğluma ilgisi iyice azaldı. Hatta yok oldu. Nergis’le daha seyrek görüşmeye başladı. Sadece şirket ve yeni sevgilisiyle ilgileniyordu. Aşk gözlerini kör etmişti. Bir zamanlar bana söylenilen aşk sözleri şimdi elden düşme olarak bir başkasına söyleniyordu. Benden önce ölüm dileyen –ki ölümümü görmek onun için acıydı- şimdi benden önce ölmediğine şükrediyordu. Bu arada anladığım tek şey insanlar birbirlerini tanımadan ölüp gidiyorlardı. En çok oğluma üzülüyordum. İlgisiz büyümek hayattaki en kötü şeydi. Kendimden bilirim. Sokaklarda büyüdüm. Ayakkabı boyacılığından yöneticiliğe bir çok iş yaptım. En sonunda kendi şirketimi kurdum. Her şey tamamdı derken ansızın ölüme yenilmek kötüydü. Bir bakıma da oğluma iyi bir gelecek adına didiniyordum. Yoksa…
En mahrem sırlarımızı paylaştığımız yatak odasına Serdar Bey ve Melek Hanım girince bütün gücümü toplayıp çektiğim işkenceyi kayıtsız seyreden yılanın boğazına sarılmak için var gücümle sıçradım. Elim gene o sert cisme çarpıp gözlerim açıldı. Bildiğim tek şey öldüğümdü. Yaşıyor olmamı algılamam kolay olmadı. Karyolanın altında olduğumu karyolanın yatay, dikey demirlerinden anladım. Vücudum dışarıdaydı. Başucumda çarşafın sarkan siyah ipini sımsıkı yakalamıştım. İstemeyerek bıraktım. Ve sırtıma Eşim Melek’in yeni aldığı sivri, topuklu ayakkabıları batıyordu.Tepinmekten sırılsıklam olmuştum.Ruhum bedenime geri gelmişti.Veya İsrafil sura üflemişti.Sürünerek karyolanın altından çıktım.Oğlum beşiğinde fısıldayarak uyuyordu.Eşim Melek’se çift kişilik yatağı tek başına işgal etmiş,sere serpe uyuyordu.Önce boğazına sarılıp uyandırmak istedimse de vazgeçtim.Uyandırıp ne diyecektim ki…Işığı yakıp pencereye yürürken sabah ezanı okunmaya başladı.Okuyanın duru bir sesi vardı.O karmakarışık duyguların içinde bile insana huzur veriyordu.Perdeyi araladım.Bomboş cadde…Sabahın bu erken saatinde dünya daha bir ıssız yaşam daha bir ümitsizleşiyordu.Gerçekten de hayat bomboştu.Balık ölüsü gözlerimi pencereden çektim.Eşim Melek’e şöyle bir bakış atıp lavaboya yürüdüm.Ayağıma taktığım terlikler ıslak fayansta kayınca başımı aynaya çarptım.Aynanın önündeki diş fırçası,diş macunu,tıraş takımı,manikür pedikür seti şıngırtıyla yere yuvarlandı.Akşamdan beri biriken sessizlik dağıldı.Oğlumun ağlama sesini duydum, peşinden Eşim Melek’in… Başımı karyolanın demirlerine çarpmaktan yaralanmış alnımda kuruyan siyah kanları yıkadım. Lavaboya koşan Eşim Melek “iyi misin?”derken ben en uzun rüyanın birkaç saniye olduğunu savunan bilime lanet ediyordum. Bir ömür… Birkaç saniye… Başımı kaldırıp Eşim Melek’e bakarken, o gülerek kucağında oğlumu uyutuyordu, gülümsemesi suratına yayılıp kaldı. Yüzümü kuruladıktan sonra giyinmek için odaya girdim.Pert olmuş bir durumdaydım.Eşim Melek’in sorularını yanıtsız bıraktım.Beyaz gömleğimi giyip,turuncu kravatımı taktım.Üstüne kırçıllı takımımı çektim.Bana ve çevremdekilere güven veriyordu!Çantamı aldım.“Bir rüyadır gördüm işte” diyemiyordum.Bilinçaltım sürekli çalışıyordu.Kapıya yöneldim.Her zaman olduğu gibi Eşim Melek kocasını uğurlamak için kapıda hazır bekliyordu.İhanet sarısı saçlarını toplamıştı!Yüzüne bakmadan kapıdan çıktım.Her zaman öptüğüm ağzının kıyısı boş kalmıştı.Ayakkabılarımı giyip merdivenlere dayadığım çantamı alırken-ki her zaman elinde tutardı-boynuma sarılıp ağladı.Sesi camdandı.“Akşama üstünü değiştirdikten sonra annemlere gelirsin”davetini her anlama gelebilecek bir gülümsemeyle karşıladım.Kızgınlıkla acımak arası bir duygu çöreklendi içimde.Merdivenleri inmeye başladım.Her zaman olduğu gibi –ayda bir en fazla iki gün hariç-Nergislerin kapısının önüne geldiğimde yumuşak bir tıkırtıyla kapı açıldı.Nergis kırmızı geceliği ve dağınık kıvırcık saçlarıyla “hayırlı işler”dilerken durdum.Ona ilk kez içten gülümsedim.Alışık olmadığı bu duruma şaşırmıştı.“Akşama görüşelim”dediğimde nefesi hızlandı.Burun delikleri genişledi.Saçlarını arkaya savurdu.Ayrık dolgun dudakları sanki istem dışı bitişip tekrar aralandı.Başını sallayarak akşama yeşil ışık yaktı.Nergis iyi bir insandı!Akşama sinyali verdikten sonra hepsağahepsağa dönerek Allah’ın cezası merdivenlerin labirentinden kurtulup dışarı çıktım.Hafif bir yelin eli, yüzümde dolanıp,saçlarımı taradı.Yürürken sırtımı sıvazlamaya başladı.Bütün bunları gördükten sonra denize atılan bir taşın merkezine inmiştim.Şimdi sıra dalga dalga yayılmaktaydı.Arabayı çalıştırıp gaz pedalına yüklendim.
Dün akşam ölmemiştim. Sabahtı. İşe gidiyordum. Planlarıma ilk olarak-muhtemelen birazdan bütün şirket çalışanları adına geçmiş olsun dileklerini iletmek için, elinde bir demet çiçekle odama girecek olan-Serdar Bey’i işten kovmamla başlayacaktım.M. UÇAN
Sınır Dergisi / Sayı 6 / Kasım Aralık 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder