2 Ocak 2012 Pazartesi

Karartma Defteri

İnsana birkaç beden hüzün gelen bir hazanda öldüğünü görüyorum zamanın…
Bir savaşın anlatımı olan bir kitaptan geçiyorum. Kitabın sonunda ölmesi gereken tüm savaşçılarla uzun uzun vedalaşıyorum. Uzun olmasının nedeni, yokluğudur öbür yarımın.
Ben her şeyden birazda onun yerine tadıyorum…

Ona göndermek üzere yazdığım mektupları karalama defterlerinde saklıyorum.
Çok uzakta olduğunu düşündüğüm ve hangi adreste kaldığını bilmediğim için, gömülü kalıyor ona yazılan mektuplar. Ve tüm postacılar, isim yetersizliğimden dolayı uğramaz oluyorlar kapıma.
Ben onsuz eksik bir künyeyim biraz…

Onun ve benim ve hepimiz için güzel bir dünya kurmak istiyorum.
İyi bir rolüm olsun diyorum. Bütün kötüleri öldürürsem, belki iyiler kurtulur sanıyorum.
Ama daha fazla mesai yapmak zorunda kaldıkları için domates salçası temizleyen set görevlilerinin bana küfür ettiklerini duyuyorum. Vazgeçiyorum daha fazla iyi olmaktan…
Ve filmimin sonunu beklemeden, terk ediyorum rolümü…
Yönetmen ardımdan “oysa sadece birkaç bin kişi kalmıştı” diye bağırıyor.


Sonra bir piyanoda soluklanıyorum, notaları mühürlenmiş bir dilden firar…
Bir istasyon ezgisi olasım tutuyor. Kendimi, bırakılanların acılarını dindirmeye yetecek kadar yalanları olmadığı için, susmuş raylara benzetiyorum, giden trenlerden arta kalan…

Beni soranlara, kaçtığım adresleri bırakıyorum. İnsanın kaçtığı adreslerde saklandığını söylüyorum. Onu soranlara ise, gördüğüm bir rüyadan bahsediyorum. Böylece “nasıl olsa rüya” deyip, hiç kimse onu abarttığımı düşünmüyor.
Onu sevdiğimi açık açık söylemek istiyorum ki, dil bilgisi sınavında şair burada ne anlatmak istemiş sorusuna kopya hazırlayacak bir öğrenci eksiltmiş olayım aşkımızdan…

Karanlığa varıyorum. Gözüm yalnızlık giderici birkaç gölgeyi arıyor.
Odanın duvarına bir ülke çiziyorum. Ay ışığı, kafiye rengiyle çizilmiş bayrağıma vuruyor.
Komşu ülkelere korkunç görünmüyorum, kırmızıya yer vermediğim için… Sabahları işgal ediliyor iklimim, dünya haritasına uyumsuz renk seçiminden ötürü.


Susuyorum, dereceye girememiş bayrağımın vatandaşsız ülkesinde…
Dışarıya bakıyorum, iki dil bizim bölünmez bütünlüğümüze zeval getirir diye bağırıyor bir grup ahali… Ağzımın iki dilliliği, bölecek diye organizmamın üniter yapısını, yutuyorum küçük dilimi…


M. Mahsum ORAL
Sınır Dergisi / Sayı 6 / Kasım Aralık 2010 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder