Kendi gök iklimimizde her şeyin güllük gülistanlık olduğunu düşünür dururuz. Ama bazen çuvaldızı başkalarına iğneyi de kendimize batırmamız gereken anlar vardır ya, işte bu yazı küçük bir iğnedir. Bu nedenle, bu yazı, kendi iklimimizde yeşerenlere tarafımca getirilmiş bir eleştiridir!
Bilemiyorum farkında mıyız acaba? Diyeceğim şu ki: düz yazıya ve şiire olan kavrama algımızda ciddi bir ivme var. Daha otoriter, daha anlaşılır, daha sağlam dayanaklara sırtını vermiş yazılar okuyoruz. Belli bir seviyenin önceden atılan temelleri üzerine bir bina inşa etmeye çalışıyoruz. Aslında bunun farkında olmak için kimi zaman hatırlatmaları da şöyle bir anımsamakta fayda var. Bir ölçüde daha da ileriye adım atmak için güçlü destekler alabiliriz bu hatırlatmalardan. Özellikle şiir yazanlara minik uyarılar, bunun yanında aynı ciddiyette düz yazıya da rehberlik edecek hususlar da gizli satır aralarında.
Özdemir İnce “Şiir ve Gerçeklik” adlı “eleştirel denemeler” yapıtında şair olmakla ilgili iki soru sorarak kitaba giriş yapar: “Şairi şiir yazmaya çağıran ‘şey’ nedir, kimdir?” ve “Şairler analarından ‘şair’ mi doğarlar?” Ya da ömrünce şiir okumamış, “doğal dilin şiire dönüşümünü bir okur ya da dinleyici olarak yaşamamış bir insanın şiir yazması mümkün müdür?” diye soruyu çevirerek de soruyor İnce. Her şeyden önce su götürmez bir haklılığa sahip bir soru bu. İnsanı en can alıcı noktasından vuran, nefessiz bırakan, afallatan bir soru…
Lise çağına henüz gelmiş her genç erkeğin ya da kızın ergenlik duygularının yol verdiği bir boşalmadan söz etmek yersiz olmaz. Kaldı ki bu duygu boşalması en çok da kâğıt kalemde kendini ele verir. İyi bir okur olan öğrenci ya da bu çağdaki çoğu genç kariyer yapmış iyi şairleri ya da yazarları okumaya çalışır, oları taklit ederler. Hele de taklit ettikleri şair ve yazarlar yaşadığı döneme damgasını vurmuşlarsa bu farkındalık onlar için bulunmaz bir servettir. Zamanla kendilerindeki özgüven uyanışa geçtiği takdirde küçük kıpırdanmalar baş gösterir ve ellerine kâğıt kalemi alıp karalamaya başlarlar. Bu uğraşları kendilerini yenileme olanağı verir onlara; yetinmezler savruk cümlelerle, anlamsız söz dizimlerini kesip atarlar her defasında; şair olmaksa şayet gayeleri, damıtırlar en iyisinden kalemlerini kâğıtlar üzerine…
Bir de bu çabaya girmeden şiir yazanlar vardır. Şiirin namuslu geçmişine darbe indirir gibi, salıverilir ağızdan dökülen gelişi güzel sözcükler; dans etmeye başlarlar kâğıt üzerinde, uydurulup birbirine, “şiir oluverirler”; yazarı da “şair oluverir hemencecik…” Şiir “estetik, anlamsal, tarihsel, sessel, organik, toplumsal bir örgütlenmedir” der Özdemir İnce.
Bir de bu çabaya girmeden şiir yazanlar vardır. Şiirin namuslu geçmişine darbe indirir gibi, salıverilir ağızdan dökülen gelişi güzel sözcükler; dans etmeye başlarlar kâğıt üzerinde, uydurulup birbirine, “şiir oluverirler”; yazarı da “şair oluverir hemencecik…” Şiir “estetik, anlamsal, tarihsel, sessel, organik, toplumsal bir örgütlenmedir” der Özdemir İnce.
Şiir bir insanın söyleyebileceği çoğu şeyini başkalarının en can alıcı noktasından vurma işlemidir. Bu başkası ya bir sevgilidir, ya bir dost, ya memleket, ya anne-baba, ya da karşıt fikirli her türlü olay ve olgu… Şiiri şiir yapan da bu kuvvetidir. Bu kuvvet şiirin cini olan ilhamıdır.
“Kitap-lık” aylık edebiyat dergisinin Şubat 2005 sayısında ilham perisi hakkında şunlar yazılı: “şiirin cini ilhamdır. Yaratıcılığı harekete geçirdiği düşünülen ilham ve perisindeki “peri”, cinlerin pek güzel ve alımlı olarak tasarlanan dişisidir. Türkçede, “içe doğma” sözcükleriyle karşılanan ilham; edebiyatta, yazar ya da şairin eserini oluştururken etkisi altında kaldığı şey veya onu eser vermeye iten coşku olarak tanımlanır. Bu tanımda; eserin, özelde şiirin teknik bir iş, zanaatkârlık olduğu kabulü de vardır. Dolayısıyla ne müteşairin savunma gerecine dönüşen ilham, sihirli bir değnek; ne de ilham perisi, eğlenecek birilerini arayan hovarda bir güzeldir. Nasıl ki bir insan hiçbir deneyime, bilgi ve birikime sahip değilken kuyumculuğa başlayamazsa, herhangi bir birine de durup dururken ilham da ilham perisi de gelmez. İlham; bilene, çalışana yaptığı iş üzerinde düşünene, varlıkla bir derdi olana gelir. Din ve sanat tarihlerine bakıldığında bunun hep de böyle olduğu görülür.”
“Kitap-lık” aylık edebiyat dergisinin Şubat 2005 sayısında ilham perisi hakkında şunlar yazılı: “şiirin cini ilhamdır. Yaratıcılığı harekete geçirdiği düşünülen ilham ve perisindeki “peri”, cinlerin pek güzel ve alımlı olarak tasarlanan dişisidir. Türkçede, “içe doğma” sözcükleriyle karşılanan ilham; edebiyatta, yazar ya da şairin eserini oluştururken etkisi altında kaldığı şey veya onu eser vermeye iten coşku olarak tanımlanır. Bu tanımda; eserin, özelde şiirin teknik bir iş, zanaatkârlık olduğu kabulü de vardır. Dolayısıyla ne müteşairin savunma gerecine dönüşen ilham, sihirli bir değnek; ne de ilham perisi, eğlenecek birilerini arayan hovarda bir güzeldir. Nasıl ki bir insan hiçbir deneyime, bilgi ve birikime sahip değilken kuyumculuğa başlayamazsa, herhangi bir birine de durup dururken ilham da ilham perisi de gelmez. İlham; bilene, çalışana yaptığı iş üzerinde düşünene, varlıkla bir derdi olana gelir. Din ve sanat tarihlerine bakıldığında bunun hep de böyle olduğu görülür.”
Mehmet Can Doğan, Kitap-lık dergisindeki ‘Şiir Cini’ adlı bu yazısında “ne müteşairin savunma gerecine dönüşen ilham, sihirli bir değnek, ne de ilham perisi eğlenecek birilerini arayan hovarda bir güzeldir” ifadeleriyle söylenecek her şeyi bir güzel özetlemiştir.
Yine Özdemir İnce’ye dönersek, İnce bir şiiri “bütün zorunlu nitelikleri bağlamında” dört düzleme oturtup inceleme yapmak gerektiğinde oldukça haklıdır. Bunlar özetle:
1- Şiirin içinde yer aldığı kitap: Şiirin kitabın bütünselliğine yaptığı katkı nedir, ne orandadır? Homojen midir?
2- Ozanın yapıtlarının tümü. Yapıtın tümünün yeri bilinçli mi, yoksa rastlantısal mı? Bütün yaptığı katkı ne?
3- Ulusal şiir düzlemi: Ulusal nitelikteki yeri ne? Öteki şairlerle ve onların yapıtlarıyla ilişkisi nedir? Onlar karşısında sahip olduğu estetik değerlerin nitelikleri? …
4- Evrensel şiir düzlemi: “Yukarıdaki soruları evrensel şiir düzlemine de taşımak zorundayız” diyor Özdemir İnce. Çünkü dünya şairleriyle karşılaştırma yapılmalıdır ki şiirin değeri ortaya çıkabilsin.
Özdemir İnce bu sıralamadan sonra, ele alınan şiirin şu yedi soruya da olumlu yanıt vermesi gerektiğini Donald A. Stauffer alıntısıyla şöyle sıralamakta:
1- Gerçek midir?
2- Yoğun mudur?
3- Anlam yüklü müdür?
4- Somut mudur?
5- Karmaşık mıdır?
6- Ritimli midir?
7- Biçimsel midir? (Biçimsellik ile biçimciliği birbirine karıştırmamak gerekir.)
Gerçek şiir emekçileriyle şiir yazanları nasıl ayırt etmek gerekir? Öncelikle karşınızda iyi bir okur kitlesi varsa ve bu okur kitlesi sizin dışınızdaki eserlerini de okuyorsa mutlaka yukarıdaki değerlendirme ölçütlerinden biriyle kıyaslayacaktır yazdıklarınızı. O zaman dönüp kendi kendine (tabii bir algı bütünlüğü oluşursa okurda) “ne diyor bu yahu” dediği an şairle şiir yazanı birbirinden ayırmıştır demektir.
Zaman zaman şiir yazdığıyla övünen çokça insanla karşılaşırız. Kimileri bunu övünç kaynağı olarak dile getirirken kimi de -belki de bir ölçüde birikim eksikliğini anımsayarak- ‘sadece hobi olarak’ şiir yazdığını söyler. Arka planda boş bir zihin algısına sahip olup şairlik iddiasında bulunanlar eminim ki ne Pablo Neruda’dan, ne Platon’dan, ne Victor Hugo’dan, ne Aragon’dan, ne Nazım’dan ne de diğerlerinden haberdardırlar.
İsmet TUNÇ
Sınır Dergisi / Sayı 6 / Kasım Aralık 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder