“Biz bu inşanın neresindeyiz?” sorusunu sorabilene yazıyorum. Evet yeni oluşumların, globalizmin çizdiği projeleri hayata geçirme senaryosunun neresinde yer almalıyız ya da yer almalı mıyız diye sorabilene merhaba!
Avrupa’nın, küresel sermayelerin ve kapitalist siyonistlerin kendilerine biçtiği kıyafetlere sığdıramadıkları kendi bedenine göre yeni giysiler diktirirken o dar kılıflara ise medeniyetler beşiği Ortadoğu’nun ganimetlerini paylaşabilmek için bu coğrafyadaki insanları sıkıştırmaya çalıştıkları bu dönemde bizler hangi misyonu üstlenebiliriz? Bizden bir şey çıkmaz ya da ben ne yapabilirim diyenlerden olmayanlar, bizlere çok sorumluluk düşüyor. En basiti kendimiz ile barışık olmayı seçebiliriz. Kendisiyle barışık olan, kendisiyle çelişmeyen, devletleri oluşturan, hükümetleri oluşturan ve yeri geldiğinde deviren bu kadar etkin olabilen bireyler, istediğimizde örgütlülükle birer atom olabildiğimiz malumdur.
Gelindiğimiz 21. yy’da hâla kendi meşruluğumuz kaybolmasın diye dayattığımız tek tip bir zihniyetten çıkmanın zamanı gelmiştir. Ayrıştırıcı değil birleştiriciliği, otoriter değil daha uygar ve demokratik bir yaşam modelini biz dünyaya dayatabiliriz. Bazen başörtüsünden dolayı üniversiteye giremeyen bir öğrenci sisteme feryat ederken, öte yandan anadilde eğitim görmek istediğini söyleyene karşı –“devlet nerede?” diye haykırıp kendisi ile çelişen ve ülkenin geleceğini emanet edeceğimiz üniversite öğrencileri olmamalıyız. Çünkü bu çelişki bireysel ihtiyaçları karşısında duran her türlü engele isyanı fakat toplumsal başka bir talep söz konusu olduğunda ise asileşmemeyi getirecektir.
Demokrasi anlayışının burjuvazi kesimlerin veya kapitalist kesimlerin ya da iktidarları ile ülkeye yön vermek isteyen anlayışların demokrasi anlayışından ziyade global demokrasinin isteği doğrultusunda din, vicdan ve hürriyet özgürlüğünün olmadığını hisseden tek bir azınlık kalmayacak demokrasi inşasında yer almak cesaret ve uygarlığın bir testidir. Bu testi geçecek toplum oranımız yüzde kaça tekabül ediyorsa bizim de Ortadoğu’nun yeni oluşumunda o kadar etkimiz olacaktır.
Yeni bir inşaya da gerek yok aslında. Kirli zihniyetlilere olan desteklerimizi ortadan kaldıracak şartları oluşturabilirsek zaten doğa yaratandan bize paylaşmak ve paylaştırmak için sonsuz güzellikler ve zarafetler ile doludur. Ama bilindiği üzere yine zihniyet biçimi yaşama yön veriyor. Örneğin atomları bilimsel buluşlarda kullanabileceğimiz toplumsal üretim alanında uygulayabileceğimiz formülasyonlar var iken bunları insan soylarının sonunu getirecek kimyasal silah üretiminde kullanıldığı, bitkileri ve diğer canlıları kendi ekonomik çıkarları uğruna yok ederek projelere aktaran zihniyetlere karşı hesap sorabilecek bireyler olmalıyız. Kralı kral yapan halkın kral özlemidir. Bizlerin kral ihtiyacı yok aslında, sözcü yeter bize. Toplumun taleplerini yerine getirebilen, yereldeki halkın, toplumların temel hak ve özgürlüklerini ve kaçınılmaz meşru hakları olan özgür bir yaşam vadeden yeni bir toplum öncüleri (sözcüleri) yaratma dileği ile başta kendini sorgulayan, sonra da sorumlu seçtiklerinden hesap sorabilen bir toplum olma hayallerimi sonsuz yaşatacağım.
Varlıklarını bir başkasının varlığına armağan etmek zorunda kalmayan, yeri geldiğinde karşılıklı birbirine armağan eden, mutlu olmak için Türk olmak zorunda olmayan, ait olduğu kimlikle ama yeri geldiğinde Türk ile birlikte mutlu olan, önceleri kuyruğundan sonrasında ise uyruğundan bahsedilen değil. Bu ülkenin asil unsurlarından olan bu kadim toplumun varlığını benimseyen, kendisi ile empati kurabilen bir toplum yaratma azmi ile çırpınmak istersek sanırım bu projenin tam ortasındayız ve rotayı biz çizebiliriz. Yapacağımız tek şey elimizdeki pergeli bırakıp etrafımıza daireler çizmekten ziyade ufuklara doğru uzanan yükseliş okları çizmeye başlamaktır. İnkardan kimseye fayda gelmediği ve gelinmeyeceği dünya tarihinde mevcut olmasına rağmen antidemokratik zihniyetlere karşı sonuna kadar demokrasi anlayışlılara selamlar!
Yakup ALMAÇ
Sınır Dergisi / Sayı 6 / Kasım Aralık 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder